Çocuklaşmaktan dem vuran sitemlerimizi anımsadığımda bir sözün, bir davranışın, bir üzmenin, bir kırmanın, bir bakışın ardından gülümsemeyişimiz büyümeden öncesi gibi olamamaktı. Büyüyünce neler oluyordu bize? Sorumlulukların gelişinde kime veya neye veda ediyorduk? Hep var olacağını zannettiğimiz hayallerin bizi kandırmasındaki fark edişte acıya sarılıp neyi unutuyorduk? İnsan neydi? İnsan nasıl olunurdu? Soru sormayı ne zaman bıraktık? O meraklı çocuklara ne yaptılar? Sevgi çemberdi, çocukken en çok çizdiğimiz de çemberdi. Büyüdükçe çember çizmeyi unuturken, elimize kalemi bize söylenenleri yapmamız gerektiği için aldık. Söz dinlemeyen çocuğu hatırlayamayanlar, büyümelerin söz dinlediği anlarda çığlaştı. Göremeyen, duyamayan, koklayamayan, tadamayan büyükler çoğalırken herkes birbirine işkence ettiğinin farkında bile değilken büyüdükçe ölüyorduk, öldürülüyorduk. Duygularımızı kaybettiğimiz büyümelerde kime umut verebilirdik? Büyümek, büyüyenin kendisini büyük görmesiyken küçük olan hep çocuktu. Büyütüyorduk, küçümsüyorduk. Sizi kelime oyunlarında boğmak isteyen çocuk hıncını bir an olsun alamazken büyüdüğünü kabul ediyordu. Hep büyümek isteyen çocuk istemeyi bıraktı.