Ben ki sultanlar sultanı, krallar kralı, ülkelerin hükümdarlarına taç giydiren, Allah'ın yeryüzündeki gölgesi, Karadeniz'in ve Akdeniz'in, Rumeli'nin ve Anadolu'nun, Dulkadir, Diyarbekir, Kürdistan, Azerbaycan, Acem, Şam, Halep, Mısır, Mekke, Medine, Kudüs eyaletlerinin, Arabistan ve Yemen'in bütün bölgelerinin hâkimi; şanlı ve yüce atalarımın muzaffer kudretleri sayesinde alevlenen kılıcıma emanet ettikleri birçok eyalet ve ülke sahibi; nihayet Sultan II. Beyazıd oğlu Sultan Selim Han oğlu Şah Sultan Süleyman Han'ım. Sen ki Fransa vilayetinin kralı Françesko'sun."
Osmanlı ordusu, Mısır seferi dönüşünde Adana'da yoğun bir sağanak yağış ve çamur deryasıyla karşılaştı. Yavuz, (geleceğin şeyhülislâmı ve tarihçisi) lalası Kemal Paşazade ile ilerliyordu. Hocanın atı bir ara tökezledi, düşmekten kıl payı kurtuldu. Ancak atın ayağından sıçrayan çamur, padişahın kaftanına (elbisesine) geldi. Yavuz'un hiddetlenmesinden endişelenen büyük âlim, biraz korktu. Tekrar tekrar af diledi. Hocanın üzülüp paniğe kapıldığını gören Yavuz, kaftanındaki çamurları telaşla temizleyen hizmetkârlarına seslendi:
"Bırakın, temizlemeyin!"
Sonra lalasına döndü ve Osmanlı'nın ilme, âlime verdiği değerin ispatı niteliğindeki şu tarihi sözü söyledi:
"Lala, bu kaftanımı saklasınlar ve öldüğümde sandukamın üzerine koysunlar. Ulemanın atının ayağından sıçrayan çamur, bizim için büyük nişandır. Bu benim için en büyük şereftir!"