Gerçi Türklerde de ziraat vardı. Fakat binlerce yıllık Çin ziraatı kadar değildi. Bu sebeple Kapagan-Kağan Çin'e elçiler gönderir ve iyi cins TÜRK KÜLTÜRÜNÜN GELİŞME ÇAĞLARI 4$ tohumlarla, ziraat âletleri ister. Kapagan-Kağan'ın büyük ve ezici askerî gücüne rağmen Çin, bu istekleri hemen reddeder. Çünkü gelecekteki Çin politikası ve Türklerin gelişmesi bakımından, bu işler çok önemliydi. Bunun üzerine büyük akınlar başlar. "Tohum savaştan" adım verebileceğimiz bu alanlarda Çin, büyük bir yenilgiye uğrar. Türklerin istediği tohumlan, ziraat âletlerini ve bunları işleyip, öğretecek insanları vermek yolu ile Çin, böylece büyük bir tehlikeden kurtulmuş olur.
İl-Teriş Kağan ortaya çıkarken, etrafındakiler çok az ve kendisi de zayıf idi. Fakat ellerinde bir "Türklük bayrağı' vardı. Kendileri azdı, ama, amaçları büyüktü... Çin gibi güçlü Türk düşmanlarının da; İl-Teriş Kağan kuvvetini keşfetmelerine imkân yoktu, önemli olan gaye idi. Çin'i de korkutan bundan başka bir şey değildi.
Reklam
Eski Türkler, "İl gider, töre kalır" derlerdi. Bunun için de yeni Çin siyaseti gözlerini, Türklerin illerinden çok, törelerine dikmişti....
MİLLİYET ŞUURUNUN DOĞUŞU
630 senesinde Göktürk Kağanı Il-Kağan, Çine karşı büyük bir yenilgiye uğruyor ve bu felâketin sonucu olarak, Ortaasya'daki Türk egemenliği sona eriyordu. Bu yenilgiyi hazmedemeyen birçok Türk büyükleri hayatlarına kendi elleri- ile son veriyorlar ve bütün Türk âlemi de, böylece sonsuz bir anarşi ite ümitsizliğe gömülmüş oluyordu. 618 senesinde Çin'de kurulan Tang Sülâlesi, belki de bütün Çin tarihinin en güçlü ve şuurlu bir devleti idi Çinlilere göre artık, ne olursa olsun Türk tehlikesine bir son verilmeli idi. Güçlü Türk kavimlerinin bile yerlerini değiştirip, daha az stratejik bölgelere yerleştiren bu sülâle, Türk liderlerini de birer birer toplamış ve Çin sarayında göz altına almıştı.... Çin, Türk liderlerini öldürmektense, Türkleri kontrol edebilmek için "rehin" tutma yolunu daha faydalı bulmuştu: Çin sarayında göz altında bulundurulan Türk liderlerine sözde yüksek birer Çin unvanı verilmiş ve Çinliler gibi bir memuriyete tayin edilmişlerdi. Bu Türk beyleri "Ok atma" ve "At yarışları"nda akıl almaz rekorlar kırdıkça, Çinlilerin gözlerinde daha da büyüyorlardı. Tabu olarak Türk beylerinin bu başarıları, Ortaasya Türkleri arasında da yayılmıyor ve duyulmuyor değildi. Çin sarayındaki en cins atlan alıp kaçıran ve hatta Çin İmparatorluk sarayım bile birkaç gün için ele geçiren Türk beylerinin adları, Çin'de ve Ortaasya'da ün salıyorlardı. Romanlarımıza bile konu teşkil eden Kür-Şad gibi beyler, hep bu çağın yiğitlerinden idiler. Bütün bu taşkınlıklara rağmen Çin, yine de Türk beylerine iyi davranıyor ve onları ölümle cezalandırmıyordu.
Göktürk alfabesi de, eski türkçe "Tengri?'' yani Tanrı sözünün yardımı ile çözülüyor...
Reklam
GÖKTÜRK YAZITLARI NASIL BULUNDU?
Deli Petro ile İsveç Kralı Demirbaş Şarl, Poltava'da savaşırlar. Yenik düşen Demirbaş Şarl, Türkiye'ye kaçar. Demirbaş Şarl'ın Türkiye'ye sığınışı, Türklüğe ne kazandırmıştır, pek iyi bilinmez ama; Ruslara esir düşüp Sibirya'ya sürülen bilgin bir yüzbaşının adından, daha çok söz açılmıştır. Sibirya'da, türlü yokluk ve sefaletin içine düşen Johann Philipp Strahlenberg adlı bu genç yüzbaşı, kalbini dolduran araştırma ateşi ve bundan aldığı enerji ile, Güney Sibirya'yı baştan başa gezmişti. Bu geziler sırasında onun gözünde her şey değerlenmiş, resim, kroki ve harita şeklinde canlandırılmıştı... İsveç'li Strahhlenberg, Yenisey nehrinin kaynak bölgelerinde gezmiş ve bize, Kırgız Türklerine ait yazıtlardan haber vermişti... Fakat hiç bir kimse, ne bu yazılara ve ne de içinde söylenenlere, bir anlam veremiyordu. Bereket ki, eserlerin yanında Çince yazıtlar da vardı. Ne var ki, bunlar hem çok kısa ve hem de Çinlilerin anlayışlarına göre yazılmış, edebî parçalardı. Türk kültürüne şans gülüyor ve geçen yüzyılın en büyük dilcilerinden V ilhelm T h om s en, eski Türk yazılarım çözme çalışmalarına başlıyor...
Türkçe ve Türk kültürü yağmaya çıkarılmış bir mal gibidir. Elinde delil olsun olmasın, her önüne gelen ondan bir parçayı alıp başka bir kültüre mal etmeye sanki izinli gibidir.
Sayfa 171 - Altınordu YayınlarıKitabı yarım bıraktı
Oğuz Destanı'ndan
Bir erkek kurt göründü, ışıkta soluyarak! Bir kurt ki gök yeleli! Bir kurt ki gömgök tüylü! Bakıyordu Oğuz'a, ışıkta uluyarak! Döndü bu kurt Oğuz'a, tıpkı bir insan gibi! Ağzından sözler döktü, tıpkı bir lisân gibi! Dedi: "Ey! Ey! Oğuz ey! Bilirim ne dilersin! Urum'un illerinde, savaş yapmak istersin! Ey Oğuz! Askerini, ben kendim güdeceğim! Ordunun en önünde, ben de yürüyeceğim!
Sayfa 139 - Altınordu YayınlarıKitabı yarım bıraktı
Manas Destanı'nda, kısır kadınların kutsal Elma Ağacı'nın altında oynamaları ile çocuklarının olacağına inanıyorlardı.
Sayfa 103 - Altınordu YayınlarıKitabı yarım bıraktı
1.000 öğeden 901 ile 910 arasındakiler gösteriliyor.