Kalkıp, devam etmeliyiz. Kendimizi kör teknolojiden kurtarıp, kendi doğamızın karmaşıklığını ve zenginliğini kavramalıyız. Yaşam bilimleri insanlığı amacı gösterip, önüne bu amaca ulaşmanın yollarını koymuştur. Ama biz hâlâ gelişim yasalarımıza hiç saygı duymadan, cansız madde bilimlerinin yarattığı dünyaya gömülü haldeyiz. Mantık hatamızdan ve asıl benliğimiz hakkında cehaletimizden doğan, bizim için yaratılmayan bir dünyadayız. Böyle bir dünyayı adapte olamayız. Öyleyse buna karşı ayaklanacağız. Değerlerini dönüştürüp, gerçek ihtiyaçlarımıza göre düzenleyeceğiz bu dünyayı.
İnsan tipleri bireysel özelliklerine uygun şekilde değil finansal konumlarına göre kötü bir sınıflamaya kurban gitmiştir. Bu insanların hiçbirinin ortak bir yanı yok elbette ki. Büyüyebilmiş ve zihinsel potansiyellerini geliştirmeye çalışmış en iyi kişiler, yaşamlarının darlığından dolayı köreliyorlar. İnsan gelişimini desteklemek için mimarlar tutmak, tuğla ve çelik alıp okullar, üniversiteler laboratuvarlar, kütüphaneler, sanat enstitüleri ve kiliseler inşa etmek yeterli değildir. İç yapılarına ve ruhani amaçlarına göre kişiliklerini geliştirmek için kendilerini akıl işlerine vermiş kişileri desteklemek çok daha önemlidir.
Her bireyden kendi özelliklerine göre faydalanılmalıdır. İnsanlar arasında eşitlik kurmak adına en çok işimize yarayacak bireysel özellikleri bastırdık.
İnsan gelişmek istiyorsa kendisini yeniden yaratmalıdır. Bunun için de acı çekmesi gerekir. Çünkü bu durumda insan hem mermer hem de heykeltıraştır. Gerçek yüzünü görebilmek için çekici ile kendisini kırması gerekir. Zorunda kalmadan böyle bir şey yapmaz. Comfort güzellik teknolojinin getirdiği mekanik harikalarla çevrili iken bu işlemin nedenini acil olduğunu anlamaz. Yozlaşmakta olduğunun farkında değildir. Varlığını yaşam tarzını ve düşüncelerini neden değiştirmeye çabalasın ki?
İnsan, kalıtımın ve çevrenin, günlük alışkanlıkların ve modern toplumun ona dayattığı düşüncelerin ürünüdür... Teknolojinin yarattığı çevreye adapte olamadığını, böyle bir çevrenin insanı yozlaştırdığını biliyoruz. Bilim ve makineler insanın şimdiki durumundan sorumlu değildir. Bunun tek suçlusu biziz. Yasaklı şeyleri hakkımız olan şeylerden ayıramadık. Doğal yasaları ihlal ettik. Böylelikle her zaman cezalandırılan en büyük günahı işledik. Bilimsel dinin ve endüstriyel etiklerin dogmaları biyolojik gerçekliğin saldırısına uğradı. Yasaklı alan ihlal edildiğinde yaşam her zaman aynı yanıtı verir. Zayıflar. Medeniyet çöker. Durağan madde bilimleri bizi, kendimizin olmayan bir ülkeye yönlendirdi. Bunun tüm hediyelerini körü körüne kabul ettik. Birey tek yönlü, ahlaksız, zeka yoksunu, kendisine ve kendi kurumlarını yönetmekten aciz bir varlığa dönüştü.
Yalnızca birey kavramı insanlıkla karıştırılmamış, insanlık yabancı unsurların tanıtılmasıyla, kendi unsurlarından kopmuş ve böylece bozulmuştur. İnsana mekanik dünyaya ait kavramları uyguladık. Düşünceyi, etik acıyı, fedakarlığı, güzelliği ve huzuru ihmal ettik. Bireye kimyasal bir maddeymiş, bir makineymiş veya makinenin bir parçasıymış gibi davrandık. İnsanın etik, estetik ve dini işlevlerini kopardık. Fizyolojik eylemlerinin belli yönlerini de atladık. Dokular ve bilincin bize dayatılan yaşam tarzındaki değişikleri nasıl uyumlandığını sormadık. Adaptasyon işlevlerinin önemini ve bunların zorla uykuya yatırılmasından kaynaklı ciddi sonuçları tamamen unuttuk. Şimdiki zayıflığımız hem bireyselliği kucaklayamayışımızdan hem de insanın yapısına dair cehaletimizden kaynaklıdır.
Düşük tipleri yükseltmek imkansız olduğundan insanlar arasında demokratik eşitlik oluşturmanın tek yolu herkese en alt seviyeye çekmektir. Böylece kişilik yok olur.
Modern toplumda iyiye de küçüğe de ortalamaya da vasata da ihtiyaç vardır. Fakat alt tipleri geliştirme prosedürlerini daha üstün tiplere uygulamamalıyız. Demokratik idealin insanları standartlaştırması zayıfların baskınlığına yol açmıştır. Her yerde güçlülerin yerine zayıflar tercih ediliyor. Zayıflar yardım görüp kollanıyor, çoğu zaman takdir ediliyorlar. Geçersizler, suçlular ve akıl hastaları gibi onlar da halkın sempatisini kazanıyor. Eşitlik miti, sembol sevgisi, somut gerçeklerin hor görülmesi bireyselliğin yıkımında büyük ölçüde sorumludur.
Demokratik eşitliğin yanlışlığı konusunda ısrarcı olmak gereksizdir. Ne var ki demokratik eşitliğin başarısı kaydadeğer şekilde uzun sürmüştür. İnsanlık böyle bir inancı nasıl olur da bu kadar uzun süre kabullendi? Demokratik öğreti bedenimizin ve bilincimizin yapısını dikkate almaz. Birey gibi somut bir gerçeğe uygulanamaz. İnsanlık böyle bir inancı nasıl oldu da bu kadar uzun süre kabullendi? ... Zihinsel engelli veya dahi biri yasada eşit olmamalıdır. Aptallar, akılsızlar ,dağıtmışlar, dikkatsizler ve çaba göstermeyenler yüksek eğitimi hak etmezler. Onlara, tam gelişmiş bireyler gibi seçim hakkı vermek saçmadır. Cinsiyetler eşit değildir. Tüm bu eşitsizlikleri hiçe saymak çok tehlikelidir. Demokratik ilke elitlerin gelişimine karşı gelerek medeniyetin çöküşüne katkı sağlamıştır. Öte yandan bireysel eşitsizliklere saygı duyulmalıdır.
Birey ve insanoğlu kavramlarının karışması endüstri medeniyetini ciddi bir hataya, insanların standartlaştırılmasına yöneltmiştir. Hepimiz birebir olsaydık koyun sürüleri gibi yaşayıp çalışabilirdik. Fakat herkesin kendine has bir kişiliği vardır. İnsanlara sembolmüşler gibi davranılamaz. Çocuklar çok erken yaşta toplu eğitim verilen okullara yazdırılmamalıdır. Bilindiği üzere büyük insanların çoğu birebir eğitim almış veya okulların kendilerini şekillendirmesine karşı çıkmıştır.
Modern kent sakinlerinin zihinsel ve ahlaki zayıflık gösterdiği kesin. Çoğu birey aynı tipte. Hepsinde gerginlik, ilgisizlik, özgüvensizlik, kas gücü ve yorgunluğa yatkınlık var. Hem karşı konulmaz hem zayıf genetik dürtülere sahipler, bazılarıysa eşcinsel. Böyle durumlar kişiliğin oluşumundaki ciddi sıkıntılardan kaynaklanır. Bu rahatlıkla değiştirilebilen kişisel bir tutum değildir. İrk yozlaşması veya bireyin sıkıntılı gelişimini veyahut ikisini birden yansıtır.