Gece 04.17’ydi. Elektrikler kesilmiş ve ışıklar sonsuza dek kapanmıştı. Aydınlık yoktu. Zifiriydi. Karanlıktı. Tek bir ışık zerresi yoktu. Sadece çocuklar, gözleri ve gülümsediklerinde ortaya çıkan yarısı dökülmüş dişleri kalmıştı. Onlarında ellerinden gelecekleri, umutları, hayalleri alınmıştı. Sahi ne kalmıştı geriye!? Üç beş sistematik cümle dışında dev gibi içine geçen bir kara delik.
Ölümün sesiydi ve geride kalanların sessiz çığlıklarıydı yeri göğü inleten, varlığımızın her bir zerresini titreten, dağı yaran, taşı kıran, zeytin ağacını ortadan ikiye bölen… Yeşerecekti dağ tepe, dikilecekti bina ayağa, büyüyecekti çocuklar, gerçekleşecekti umutlar; çalınmasaydı hayaller.
Özkan Abi’nin dediği gibi OLDURAMADIK.
Ama ne diyordu Nazım:
“Motorları Maviliklere Süreceğiz
Çocuklar İnanın İnanın Çocuklar
Güzel Günler Göreceğiz Güneşli Günler”