Köylü zamanla Mustafa Kemal ile Hz. Ali'nin fotoğraflarını yan yana asarak kendisini Cumhuriyet'in çarkından bir dişliye yerleştirdi.
Görünüz efendiler, cumhuriyetiniz!
"Bakın! Siz köylü kafanızla belki dersiniz ki bu nedir? Tahtadır! Bu ceviz ağacından yapılmıştır, yok efendim dut ağacıdır. Efendiler, devlettir bu devlet! Canınız o üç ağacın ortasındaki ipin ucunda!"
Reklam
“Biz yaşamı uğruna ölecek kadar seviyoruz”
Sayfa 261 - İletişimKitabı okudu
İşkenceyle hafızalarda yer edinen 12 Eylül, Jandarma Komutanlığı'nın hücrelerinde, herkesin toplandığı büyük odalarında, koridorlarında yaşanıyordu. Gözleri ve elleri bağlananlar tek tek işkence odasına alınıyor, dövülüyor, suyun altına tutuluyordu. Ve henüz elektriğin gelmediği köylerin gençleri, erkeklik organından, ayak parmaklarından elektrik yiyordu. Elektriği bilmeyen köylüler, askeriyede bu korkunç enerjiyle tanışıyor, "Çarpıyor," diyorlardı. Elektrik denilen şey, çarpıyor!..
Sayfa 164 - İletişimKitabı okudu
Maraş, Kürecik'in dağ sınırında başlıyordu. Bu dağlık sınırda her şey birbirine benziyordu. Köylerin biçiminden tutalım, Kürtçe'nin şivesine kadar... Şimdi, dağlar silsilesinin hemen öte tarafından yükselen atlar, feryatlar Kürecik'ten duyuluyordu. Çünkü Maraş'ta keskin soğuğun her tarafı jiletlediği bir aralık gecesinde tarihe "katliam" olarak geçecek olaylar yaşanmıştı. Olaylar, bir zaman önce Malatya'daki gerginlik gibi başlamış, ardından önü alınmaz saldırılara dönmüştü. Eline silah, balta, nacak, bıçak alanlar, önceden kırmızı çarpı ile işaretlenmiş Alevilerin evlerine girmiş, çoluk çocuk demeden herkesi öldürmüştü. Öldürürken, hamile kadınların karınlarını deşmişler, tecavüz etmiş, çocukları doğramışlardı. Olayların gerçekleştiği sabah, saldırıların yaşandığı evlere gidenler, korkunç biçimde öldürülmüş cesetlerle karşılaşmış, yakılan evlerin tepesinde tüten dumanlara ağıtlar karışmış ve Maraş'ta yükselen uğultu, Kürecik'e ulaşıp, Alevi köyleri sarmıştı.
Sayfa 150 - İletişimKitabı okudu
Bilen bilir ki, Aleviler komünistim dese bile Aleviliğe dil uzatılmasını kolay kolay kabul etmez. Çünkü onu komğninistleşmeye götüren süreç, yani ötelenme ve ezilmişlik duygusu veren süreç Alevi olmasıyla başlamıştır. O nedenle Hz. Ali'nin sureti evlerdeki köşelerde yerini korur ve dine, inanca dair tartışma, Ali'nin Ehlibeyt'in berisinde yapılırdı. Bu zamanlarda elde kalan tek ibadet 12 İmam orucuydu Gençler değil ama yaşlılar tutuyordu orucunu. Ki zaten bu bir yastı. Bu yas günlerinde su içmiyor, et yemiyor, soğan gibi başı kesilecek hiçbir şeye dokunmuyorlardı. Ve devrim hayalini taçlandıran, Tanrısız bir dünya değil, patronsuz ağa-sız bir dünyaydı. Haliyle 12 İmamlar için tutulan yas, gelecek olan devrimi etkilemiyor, tartışmaların da bir yerinde durmuyordu. Hz. Ali'nin suretinin yanına Deniz Gezmiş'in kondurulduğu bir dönemdi. Atatürk posterleri şimdilik ke- nara kaldırılmıştı.
Sayfa 140 - İletişimKitabı okudu
Reklam
İlker Akman, Hasan Basri Temizalp ve Yusuf Ziya Güneş isimli üç solcu militan, üç genç... Kimlik kontrolü yapan polislerle çatışmış, kaçarak Beylerderesi'ne sığınmışlardı. S ğınmasına sığınılacak bir yerdi de, nereye kadar? İlla çıkmak gerekirdi oradan. Ama çıkışı pek de kolay bir yer değildi. Başladığı ve bittiği bir alanı vardı Beylerderesi'nin. Derenin etrafına asker ve polis sevkiyatı yapıldı. Her yer sarıldı ve gençlerin yeri nihayetinde tespit edildi. Çatışma çıktı. Gençler öldürüldü. Bu olayı sarsıcı hale getiren, üç gencin öldürülmesi değildi. Zira ölmek, "mücadele"nin bir parçasıydı ve artık alışık olunan bir kavramdı. Öldürülen gençler, polis ve asker arabalarına ayaklarından iple bağlanıp, dere boyunca sürüklendi. Yoldan geçen cümle araç, araçların içindeki cümle insan, köy kadınlarını, çocuklar, herkes gördü gençlerin dere boyu, kış ortasında, çamurlu, karlı yolda sürüklendiğini. Sonradan türküler, ağıtlar yakıldı bu üç genç üstüne. Dinleyeniniz bilir Ahmet Kaya'dan: Malatya'dan çıktım yola, yollar yanıyor Düşman sarmış dört yanımı, kurşun saçıyor Düşmüşüm bir çukura, canım yanıyor Yaşasam mı ölsem mi Karar vermek zor.
Sayfa 124 - İletişimKitabı okudu
Kızıldere
Bir örgütün lideri ve üyeleri, bir başka örgütün liderlerini kurtarmak için kendi canını feda etmişti. Belki tam da bu sebepten, bu dönemin devrimci gençlerine duyulan sevgi ve hüzün, politik tartışmaların soğuğundan uzak, hesapsızdır. İşte tam da bu nedenle, o zamanları anlatırken net kavramlar kullanıyorum. Devrimciler diyorum... Şimdi siz başka bir zamanda, başka bir siyasi iklimde, kavramlar birbirine karışmışken, böyle "devrimci" kelimesinin tam olarak nereye düştüğüne takılıyor, şaşırıyorsunuzdur belki. Bu kadar yalın ifade mi olur diyorsunuzdur. Bu zamanlarda netti kavramlar. Solun ortası, kenarı, kıyısı yoktu. Devrimciler kendi içlerinde çeşitli gruplara ayrılsalar da hepsi devrimciydi. Öyle kalacaklardı.
Sayfa 117 - İletişimKitabı okudu
Sınırdaki Kürt köyünün toprak evinde radyoya kulak kabartanlar, bu kovalamacanın varacağı noktadan korkuyor, bir girişimin daha kanla bitmesinden yana endişeleniyor ve Mahir'le arkadaşlarının bir yolunu bulup kaçmasını umut ediyordu. Böylece saatler ilerledi. Radyodaki soğuk ses, toprak damlı evde bekleyenlere kötü haberi vermeye başladı. Mahir Çayan ve arkadaşlarının Tokat'ın Niksar bölgesinde oldukları tespit edilmişti. Saatler geçiyor, her saat başı haberinde, takibe dair ayrıntılar veriliyordu. Sonunda, eylemci grubun Kızıldere'de bir evde bulundukları ve etraflarının sarıldığı haberi aktarıldı. Bundan sonrasını kestirmek güç değildi. Ama bir umuttu... O son umut, toprak evdeki gaz lambasının cılız alevi gibi yavaş yavaş söndü. Herkes öldürülmüştü. Sadece Ertuğrul Kürkçü adlı genç yaralı kurtulmuştu.
Sayfa 117 - İletişimKitabı okudu
Nurhak'ta çıkan çatışmada yaralı halde yakalanan Mustafa Yalçıner'in tuttuğu günlükte Teslim için "mucize gibi bir şey" yazıyordu. Bu ifade askeriye ve emniyetin gözünde Teslim'i daha da "enselenmez" biri yapmıştı. Hırslanmışlardı. O hırsla bir gün, cemseler yine Akçadağ'ın tepesinde göründü. Herkes az sonra evleri basacak, damlara çıkacak askerlere karşı ne diyeceğini düşünmeye başladı. Köylü artık bu baskınlara alışıyordu. Derken cemseler aşağıdaki bizim büyük evin kapısında durdu ve alışık olduğu üzere askerler eve daldı. Xacê yine komutanın karşısına dikildi. Bu,yeni bir komutandı ve sert bakışları tavizsizdi. Arama bitti. Aramayı yapanlar da Teslim'in evde olmadığını çok iyi bili-yorlardı.Arama bitti. Aramayı yapanlar da Teslim'in evde olmadığını çok iyi biliyorlardı. Sert komutan, giderayak Xacê'ye döndü, "Hele o mucizeyi elime bir geçireyim, kafasına sıkacağım," dedi. Xacê'ydi bu, lafın altında kalır mıydı? "Peşine askerleri takıp gitmeyeceksen, tek gideceksen hele git, kim kimin anasını sikiyor," dedi komutana. Komutan afalladı. Sinirlendi ama devir, sinirlenince yaşlıların böğrüne dipçiği saplama devri değildi. Söylene söylene bindi arabaya, gerisin geri Akçadağ'a yollandı.
Sayfa 114 - İletişimKitabı okudu
380 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.