Eğer Hıristiyan burjuvazi ile sınıf mücadelesi etnik ve din­ sel çatışma düzeyine kaydırılmamış olsaydı, bürokrasinin eko­nomi üzerinde siyasi denetim kurması, sonunda toplumsal ya­pı içindeki hegemonyasını yeniden oluşturması anlamına ge­lebilirdi. Oysa Rum ve Ermeni azınlıklar sadece pazar mantığı­nın taşıyıcıları ve sonunda geleneksel yönetici sınıfı bertaraf edecek kapitalist sistemin burjuva unsurları olarak değil, aynı zamanda bürokrasinin geleneksel sınıf dengelerini yeniden kurmasını engelleyen, emperyalizmin içerdeki destekleri ola­rak görülüyorlardı. Bu görüş, azınlıkları Osmanlı devleti üze­rindeki emperyalist baskı ile özdeşleştiren bir ideolojik pers­pektif çerçevesinde biçimlenmişti. Rumların ve Ermenilerin Babıali'yle ilişkilerinin evrimi, azınlıkların siyasi örgütleri tara­fından da paylaşılmaya başlanan bu bakış açısından kaynakla­nıyordu. Savaş başladığında reformcu bürokrasi, hem emper­yalist baskıdan kaçabilmek için azınlıkları nötralize etmek, hem de dış baskıların içerdeki desteği olma tehlikesi taşıma­ yan yeni bir ayrıcalıklı grup bulma ihtiyacıyla aynı anda karşı­laştı. Bu nedenle, bürokrasinin siyasi kontrolüne tabi olacak girişimciler Rumlar veya Ermeniler olamazdı; bunların devle­tin bütünlüğüne karşı bir tehdit oluşturmayan gruplardan gel­mesi gerekliydi.
1914 Osmanlı Ekonomisinin Durumu
Savaş dönemi hükümetleri, başkentin ve ordunun ihtiyaçları­nın karşılanması bahanesiyle pazarı bütünüyle devre dışı bıra­ kan tahsis mekanizmaları geliştirdi. Klasik Osmanlı döneminin ticaret tekeli sistemi, bütünüyle ve üstelik yeni teknolojiyi kulla­narak geri dönmüştü: Ulaşım araçları kıt olduğundan, ürünlerin taşınması için demiryolu kullanma imkanım elde edebilen siyasi gözdeler çabucak büyük işadamı oluverdiler. Aynı zamanda, es­ki dönemin şehir ekonomisine ilişkin kontrol mekanizmalarım andırır bir biçimde, perakendeci tüccarı ve zanaatkarları korpo­rasyonlar içinde toplama girişimleri görüldü. 1908-1914 döne­ lminde aktif olan işçi örgütleri de kısa zamanda kapatıldı; işçi-iş­ veren ilişkilerini düzenleyici mevzuat çıkarıldı. Siyasi düzeyde başlatılan Müslüman müteşebbisleri özendirme süreci taşrada daha da açık bir biçimde sürdürülüyordu. Kooperatif biçiminde örgütlenmiş yeni ticaret şirketleri yanında Müslüman iş adamla­rı parti örgütünün himayesi altında biraraya getiriliyor ve yine ticarete yönelik "milli" şirketler kurduruluyordu.
Reklam
Türk Milleyetçiliği Hangi Koşullarda Doğdu
Balkan savaşları, İttihat ve Terakki'nin Rum ve Ermenilerle ilişkilerinde bir dönüm noktası oldu. Ermeni siyasi partileri İt­tihat ve Terakki'yi desteklemekten vazgeçmişler ve Ermeni so­rununun uluslararası plana çıkarılmasının zorunluluğuna inanmışlardı. Rumlar, Hıristiyan nüfusunun bulunduğu bölge­lerin Yunanistan tarafından ilhak yoluyla Osmanlı sorununu kısa yoldan çözmeyi savunan Venizelos'u ve onun "megale idea"sını desteklemeye başlıyorlardı. İşte bu siyasal bağlam­ da İttihat ve Terakki önderleri Türk milliyetçiliği politikasına doğru süratle yön değiştirdiler.
Jön Türkler
Gerek reformcu, gerekse devrimci hareketleri başlatan "en­telektüeller" yurtdışında veya yeni kurulmuş okullarda yük­sek eğitim gören bürokrat kesiminden geliyordu. Batı'daki benzerlerinin tersine, bunların çoğu devlete hizmet amacını güden teknik veya askeri okullarda eğitilmişler, ama Avrupa siyasi geleneği içindeki çağdaş akımlardan da etkilenmişlerdi. Devlet idaresi için yetiştirilmiş olmakla birlikte, sadece etken yönetimi amaçlayan teknokratik bir kadro oluşturmuyorlardı. Ama, hümanist veya eleştirel bir kültürün temsilcisi de değil­ diler. Başlıca amaçları, iç çatışma ve dış baskılarla başa çıka­bilmek için devletin ıslahı oldu
gayrimüslim burjuvazinin yabancı sermayenin basit bir uzantısı olduğu, İngiliz ve Fransız tüccarların kullandıkları bir araçtan başka bir şey ol­madığı sonucu çıkarılmamalı. Tersine,19. yüzyılın ortaların­daki hızlı büyümenin Osmanlı aracılarının bağımsız evrimi için gerekli şartları yarattığı ve bu aracıların kendi iktisadi alanlarını koruyabilecek güce eriştikleri anlaşılıyor. Ama bu evrim, bütünleşmenin yapısal parametrelerini tehdit eden bir muhalefeti beraberinde getirmedi: Osmanlı bur juvazisi, ya­bancı sermayenin yarattığı mevzilerin bir kısmını devraldı. Özellikle, Avrupa ekonomisinin krize girdiği son dönemde, Selanik, İzmir ve İstanbul gibi birkaç şehirdeki Rum tüccar ve sanayicileri, girişimlerine devletten destek alabilmek için büyük gayret gösterdiler. Hıristiyan burjuvazi siyasi arayışlar içine girdiğinde (özellikle 1909 sonrasında) , Avrupa devletler arası sistemi Osmanlı İmparatorluğu'nu parçalan­maya mahkum etmişti. İmparatorluğun varlığını sürdürme şansı daha yüksek olsaydı, devlet-burjuvazi ilişkisi farklı bir şekilde gelişebilirdi. Ama, Hristiyan burjuvazinin yürüttüğü politika, imparatorluğun parçalanacağı öngörüsü üzerine te­mellendirildi.
Demiryollarının ve limanların ticaret hacmini artırdığı ve daha önce mahalli pazara dönük üretim yapan üreticileri dün­ya ticaret şebekelerine açtığı apaçık ortadadır. Belediye hiz­metleri ise (tramvay, elektrik vs.) yeni ticaret burjuvazisinin içinde yaşadığı fiziksel çevreyi yaratarak, insanların hayat tarz­larını uzaktaki metropollere göre biçimlenfirdi. Bu hayat tarz­ları gittikçe artan oranda lüks tüketim malı ithalatı gerektirdi. Belediye hizmetlerinde yapılan yatırımın bu dolaylı etkisinin en belirgin biçimde görüldüğü yerler, Selanik, İzmir ve İstan­bul başta olmak üzere hızla gelişen liman şehirlerinin "Avrupalılaşmış" kesimleriydi. Bu şehirlerde, trenlerin, elektrik şe­bekelerinin ve yolcu vapuru hizmetlerinin işletimi bütünüyle yabancı sermayenin elindeydi. Şehirlerdeki yeni iktisadi faali­yetin büyük bölümünün aslında ticareti tamamlayıcı nitelik taşıdığı söylenebilir; bu tamamlayıcılık ihracat ve ithalata faal olarak katılma biçimini aldığı gibi, yeni burjuvazinin tüketim ihtiyaçlarını karşılama biçiminde de gözüküyordu
Reklam
126 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.