Kıyı yeşil, ağaçlar yeşil... Doğa sanki
Vermek istemiş çevreye tapınmaya değer
Bir cennet rengi,
Göl, kıyının yansısıyla, cennetin gösteri yeri:
Bu yeşil gölgeliğe yayılmış,
ürkek Bir cennet ahengi.
Bir sevgi tablosu ki üstünde hayalin:
Sevilen, o yeni açmış güzel bir gonca,
Seven de aynı durumda.
Saflığın eğlencesi, dileği kavuşmak sana:
Bir kayıkçık, sevinçli bir sevgi beşiği,
Gezen bir yuva.
Aşk... Bu ne durumdur, Tanrım, bu ne cümbüş! Sessiz bir yüzle hayran bir bakış
Karşımda dururken,
Desem ne olur: Ağaçlar bile sarhoş havadan; Bir pay çıkarırlar şu iki ince ruhun
İstek ve sevgisinden.
Çiğneyen Haklıdır , Ayıplanır Çiğnenen
Ezmeye Alkış, Gurura tapış
Cömertlikte Güçsüzlük ve Alçaklık Hep Eş Değerde
Doğruluk Gönüllerde Yok Dudaklarda !
İyilik Ayaklarda, Kötülük Kucaklarda
Bir Gerçek Zincir Gerçeği
Bir Açık Söz Kılıcın Söylediği
Hak Güçlünün Söz Kötünündür
En Açık Özdeyiş 'Ezmeyen Ezilir '
Her Şeref Yapma Mutluluk Piç
Her Şeyin Başlangıcı Sonu Hiç
Din Şehit İster, Gökyüzü Kurban
Her Zaman Heryerde Kan Kan Kan !
Sonra artık alay alay üserâ...
Mutlaka bir muzaffer, on mağlûb;
Çiğneyen haklı, çiğnenen mâ’yûb.
Kahra alkış, gurûra secde: kerem
Zaf u zilletle dâima tev'em.
Doğruluk dilde yok dudaklarda;
Hayr ayaklarda, şer kucaklarda.
Bir hakikat: Hakîkat-i zencîr:
Bir belâgat: Belâgat-i şemşîr.
Hakk kavinin demek, şeririndir;
En celi hikmet: Ezmeyen ezilir!
Her şeref yapma, her saadet piç;
Herşeyin ihtidası, âhiri hiç.
Din şehîd ister, âsümân kurbân;
Her zamân her tarafta kan, kan, kan!..
Söyler, inler, sayıklar; elhâsıl
Beşerin anlatır ne yolda, nasıl
Bu sakâmetli ömrü sürdüğünü;
Görürüm kanların köpürdüğünü
Vaktiyle baban kimseye minnet mi ederdi?
Yok, kalmadı hâşâ sana zillet pederinden.
Dünyâda şereftir yaşatan milleti, ferdi;
Silkin, şu mezellet tozu uçsun üzerinden.
İnsanlığı pâ-mâl eden alçaklığı yık, ez;
Billâh yaşamak yerde sürüklenmeğe değmez.
Haksızlığın envâım gördük, bu mu kanun?
En gamlı sefaletlere düştük... bu mu devlet?
Devletse de, kanunsa da, artık yeter olsun;
Artık yeter olsun bu denî zulm ü cehalet...
Millet yoludur, hak yoludur tuttuğumuz yol;
Ey hak yaşa, ey sevgili millet, yaşa, var ol!
- Ben de tırmandım ulu Tûbâ'ya,
Ben de çıktım Melce-i a'lâ'ya;
Ben de âşıktım ezân nağmesine,
Ben de koştumdu o Allah sesine;
Ben de tesbîh ü duâ, savm ü şalât,
Hepsini, hepsini yaptım, heyhât!
Çünki telkinlere aldanmıştım;
Kandığın şeylere hep kanmıştım;
Bilmeden görmeden imân ettim,
Nefsimi dînime kurbân ettim;
Sevdim Allah'ı da, Peygamber'i de;
O alay kaldı bugün hep geride.
Anladım çünki hakikat başka,
Başka yoldan varılırmış Hakka.
(Taptığın) Saydığın harikalar, mu'cizeler
Birer efsûn-ı zekâdır ki, beşer,
Bî-tevakkuf açıyor sırlarını;
Mu'cizât ehli unutmuş yarını.
Muğfil ü muğfel o İsâ, Musâ;
Köhne bir kizb-i mutalsamdır âsâ.
Senin az görülen güzelliğin Gökte oturanları kıskandırır.
Güzelliğindeki her gülen parıltı Şairlerin taptığı hayaldir.
Şiirim de fedadır, hayalim de, Kurbandır aşkım da senin güzelliğine!
Önümde sen salınıp yürüdükçe Ne sabır, ne servet kalır bende!
Bir şimşektir sanki bakışın, Can evime etkisi ortada; Şaşırmıştır yaradılışa dünya, Bir harikadır kara gözün, Bin bir ışıyan güzellik uyandırır Gönlümde alevin sığınağı yanağın, Tanrı güzelliğinin bir ışığısın, Güzelliğindir buna en şanlı tanığın.
AH, BİLSEN NE AFET OLMUŞSUN! Yine yüzünde bir hoşluk var, Umut sabahını andıran; Yine durumunda bir sevinç var, Sonsuz şenliğe eşit olan: Cisimleşmiş bir güzellik olmuşsun! Kim görse şaşkınlıktan sarhoş olur, Seni o sevinçle, o hoşlukla; Sana kim baksa ezikliğe kapılır, Sen bu afet görünüşlü boyunla Sevdiğim, bir kıyamet olmuşsun! Bakışın serpilen alevi gibi, Parlak yüzünde altın kakülün, Belirmiş gönül çeken güzelliğin Sabahın renkli tazeliği gibi; Ah bilsen, ne afet olmuşsun!
Para etmez yalnız parlaklık gül ağızlı dudakta Sevinç yoktur içkisiz kadehin yüzündeki renkte Her güzelin sözü geçmez mutsuzun gönül mülkünde "İyi ahlak isterim servi endamlı güzellerde
Başıboş aşık her güzele eğilimli midir"