Aramak... ömür boyunca aramak... Yalnız seni aramak... Paslı teneke kutularda, küf kokan dolaplarda, çerçevelerde, tenhalarda, ağaç diplerinde, sonra vapurlarda, trenlerde hep seni aramak. Belki bu şehirde değilsin. Ne çıkar? Seni arıyorum ya.
“Aldanmak…En büyük yıkıntısı iç dünyamızın. Aldanmak… Ses veren üç telimizden birinin kopması. Aldanmak o en son, fakat en kesin kabullendiğimiz gerçek.”
Neydi bu çaresizlik? Bizi çepçevre saran bu dört duvar neydi? Boş inançlarımız mıydı çaresizliği yaratan? O bizim eserimiz miydi? Öyleyse neden bizden büyüktü, güçlüydü?