"Halkan arasina girip onlarin verecekleri sikintilara katlanan Müslüman, halktan uzak kalarak onlardan kaynaklanan skintilara katlanmaya yanasmayan
Müslümandan daha hayirhdir." (Tirmizi)
"Hiç süphesiz, Allah sabredenler ile beraberdir."
"Allah sabredenler ile beraberdir; onlari destek-ler, kendilerine direnme gücü verir, güçlerini artt-
rir, onlara yoldas olur, koyulduklari yolda kendile-rini yalniz birakmaz, onlari sinirli enerjileri ve ye-tersiz güçleri ile bas basa birakmaz'. Aksine, azikla-ri bitince kendilerine takviye azik gönderir, yollan uzayinca azimierini yeniler. Yüce Allah, bu ayetin basinda onlara; "Ey müminler!" seklindeki sevimli hitapla selenmekte ve bu sevimli hitabi, "Hiç süp-
hesiz Allah, sabredenler ile birliktedir." bigimindeki hos ve yüreklendirici bir müjde ile sona erdirmek-
Allah'ın hakımiyetine karşı yapılan bu tecavüzden, insanlara karşı tecavüz doğuyor. İşte sosyalist düzenlerde insanın genellikle zelil olması; kapitalist düzenlerde fertlerin ve toplumun sermayenin baskısı ve emperyalizmin sömürüsü altında zulme uğraması, Allah'ın hâkimiyetine el koymanın ve O’nun saygı duyulmasını emrettiği insan onurunun hiçe sayılmasının neticesinden başka bir şey değildir. İşte burada Íslâm'ın tutumu, beşerî düzenlerin hepsinden tümüyle aynlır. Çünkü Islám nizamının dışındaki düzenlerin tümünde insanlar, şu veya bu biçimde birbirine taparlar. İnsanlar, yalnızca Islâm nizaminda tek Allah'a kulluk ederek, tek Allah'in emrine uyarak ve tek Allah'in huzurunda boyun eğerek birbirlerine tapmaktan, başkasının kölesi olmaktan kurtulur
Ey Fedailer Topluluğu, Yolunuza Devam Edin!
"Sizden sabırlı yirmi kişi olursa onlardan iki yüz kişiyi yener. Sizden yüz kişi olursa inkâr edenlerden bin kişiyi yener."
"O'nun sonsuz kudretine ve yardımına dayanan kimseye bütün dünya ateş kesilip işkence ve sıkıntılar yöneltse de ona bir zarar veremez, onun üstün azim ve sebatını kıramaz."
Müslüman Araplarla kardeşleri Suheyb-i
Rūmi, Bilal-i Habeşî ve Selman-ı Farisi arasında bağ kuruldu ve kaynaştılar. Kabile, ulus ve toprak asabiyeti ortadan
kalktı. Çünkü Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) kendilerine"Bu tür asabiyetlerden vazgeçin; zira bunlar kokuşmuş birer murdardır." dedi. Ve onlara dedi ki: "Asabiyete çağıran
bizden değildir, asabiyet uğrunda çarpışan bizden değildir,asabiyet üzere ölen bizden değildir." Böylelikle bu murdar anlayışın sonu geldi, kan bağı asabiyetinin işlevi son buldu, milliyet çağrısı sönüp ırkçılık pisliği ortadan kalktı. Bu şekilde kan ve et kokusundan kurtulup toprak ve çamur kirinden arınan beşeriyet, eriştiği yüce ufukların tertemiz
havasını solumaya başladı. O günden itibaren Müslümanlar, vatan olarak asla belirli bir toprak parçasına bağlanmamışlardır. Onların vatanı Dâru'l-İslâm'dır. Yani akidesinin hüküm sürdüğü ve Allah'ın şeriatının hâkim olduğu yerdir.
Yahudilerin ve Hristiyanların Müslümanlarla ilgili en son hedefleri, Allah Teâlâ'nın beyanları ile bu derece kesinlik kazanmışken bunların İslâm akidesine veya tarihine ilişkin inceleme ve araştırmalarda veya İslâm toplumuna, iktisat ve siyasetine yol gösterip yön vermede hüsn-i niyet- le hareket edeceklerini, tarafsız olacaklarını, hayra, hak ve hakikate ulaştırma gayesi güdeceklerini zannetmek büyük ahmaklıktır. Böyle bir zanna, ancak hiçbir şeyden haberi olmayan zavallı gafiller kapılabilir.
Ömrünün kırk yılını okumakla geçiren bu satırların yazarının, bu müddet zarfında en başta gelen ve en önem verdiği gerek uzmanlık alanına girdiği gerekse de ilgisini çektiği ön beşeri kültürün dayanakları olan eserleri okuyup incelemek olmuştur. Ardından kendi akide ve düşünce kaynaklarına dönüş yaptığında bulmuş olduğu bu hazine karşısında, o güne kadar okumuş olduğu kitapların çok sönük kaldığını ve hiçbir değer ifade etmediğini gördü; zaten başka türlü
olması da mümkün değildi. Öte yandan o, ömrünün kırk yılı bu işe verdiği için de pişmanlık duymamaktadır