Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Emîr Abdülkâdir el-Cezâirî:
Kâdirî şeyhi olan babasından Kâdiriyye tarîkatı eğitimi alan, sonra Şam’da Nakşbendî şeyhi Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’ye bağlanan, yaşlılık döneminde Şâzeliyye’nin Derkâviyye koluna da intisap eden Emîr Abdülkâdir el-Cezâirî, XIX. yüzyılda Fransızlar’ın Cezâir’i işgale başlaması üzerine bu ülkedeki millî mücâdelenin komutanlığını yapmış ve 1832-1847 yılları arasında ülkesinin lideri (emîr) olup Fransızlar’a karşı savaşmıştır. Senûsîler: Şâzeliyye tarîkatının bir kolu olarak Muhammed Senûsî (ö. 1855) tarafından Libya’da kurulan Senûsiyye, 1911’den sonra İtalyanlar’ın Libya’yı işgali üzerine millî mücâdeleye girişmiş bir tasavvuf ekolüdür. Vatanlarını savunmak için Ömer Muhtar (ö. 1931) ve Şeyh Ahmed Senûsî (ö. 1933) önderliğinde millî mücâdele vermişlerdir. Ahmed Senûsî 1918’de Anadolu’ya da gelmiş, Kurtuluş Savaşı yıllarında burada kalıp destek vermiş, 1933’te Medine’de vefât etmiştir.[56] Ticânîler: Fransızlar’ın Senegal’i işgale başlaması üzerine millî mücâdeleye girişen bir tarîkat da Ticânîler’dir. Şeyh Ömer (ö. 1864) tekkesini hem mânevî hem de askerî bir karargâh hâline getirip Fransızlar’a karşı mücâdeleye girişti, 1854’te Senegal’in büyük bir kısmında yönetimi ele geçirdi. Kendisi şehid olunca mücâdelesini önce yeğeni Ahmed Ticânî, sonra bir Kâdiriyye müntesibi olan Ahmed Habîbullah Bamba (ö. 1927) gibi sûfîler devam ettirdi.
[55]. Abdülmecîd el-Hânî, el-Hadâiku’l-verdiyye fî hakâikı ecillâi’n-Nakşbendiyye, Kâhire 1308, s. 280-281; Ramazan Muslu, Emir Abdülkâdir el-Cezâirî, İstanbul 2011, s. 32, 55, 112-126.
Esnaf şeyhleri mal üretimi yapan esnafı sıkı bir şekilde denetler, kalitesiz mal üretenler hakkında toplumdan şikâyet gelirse o malı, dükkânın üstüne atarlar ve müşteriye yenisini verirlerdi. Kunduracı esnafı kalitesiz ayakkabı imal etmişse bu ayakkabılar onun dükkânının üstüne atılırdı ki bu durum o esnaf için toplum nazarında itibarının azalması demekti. Türkçe’deki “Pabuçları dama atıldı” deyimi de buradan gelmektedir.
[53]. İlhan Ayverdi ve dğr.,Asırlar Boyu Târihî Seyri İçinde Misalli Büyük Türkçe Sözlük, İstanbul: Kubbealtı Neşriyatı, 2008, III, 2475.
Reklam
Rivâyete göre Hz. Îsâ’nın yolu bir gün bir mezarlığa uğramıştı. Kabirdeki ölülerin hâli ona gösterildi. Bir kabirdeki zâtın azap gördüğünü anladı. Allah Teâlâ’ya onu diriltmesi için duâ etti. Adam dirildi. Hz. Îsâ ona niçin azap çektiğini sordu. Adam: “Ey Allah’ın nebîsi! Ben dünyada yük taşıyan bir hamal idim. Bir gün bir kişi odun satın aldı ve bana odunlarını evine taşımamı söyledi. Odunları taşırken dişimde bir nesne (yiyecek parçası) kalmıştı, sırtımdaki odunlardan küçük bir kıymık koparıp kürdan gibi dişimi kurcaladım. Öldüğüm günden beri (izinsiz kullandığım bu kürdandan dolayı) azap çekiyorum. Allah’tan dile ki bu azâbı benden kaldırsın” dedi. Hz. Îsâ, Allah’a duâ etti. Allah Teâlâ: “Ey Îsâ! O hak sâhibi kişi hakkını helâl etmedikçe bu kişi azaptan kurtulamaz” buyurdu. Bunun üzerine Hz. Îsâ, odunların sâhibinin yanına gitti, helâllik istedi, ondan sonra bu kişinin azâbı kaldırıldı.
[49]. Seyyid Muhammed Razavî, Miftâhu’d-dekâik: Fütüvvetnâme,, vr. 33b.
Ahî ente hurrun :)
Rivâyete göre Yûnus b. Ubeyd adında bir tüccar vardı. Dikilmiş kaftan satardı. Kaftanlar iki cins kumaştandı. Bir cinsinin ücreti 200 akça, diğer cinsin ücreti ise 100 akça idi. Bir gün Yûnus b. Ubeyd mescide giderken kardeşinin oğlunu dükkâna bırakmıştı. Bir bedevî Arap çölden geldi, dükkândan bir kaftan istedi. İstediği kaftanın değeri 200 akça idi ancak genç bu kaftanı ona 400 akçaya sattı. Bedevî kaftanı alıp pazardan çıkarken, namazdan dönmekte olan dükkân sâhibi Yûnus b. Ubeyd onu gördü ve: “Bu kaftanı kaça aldın?” diye sordu. Bedevî: “400 akçaya aldım” dedi. Yûnus: “Seni aldatmışlar, bunun bedeli 200 akçadır” dedi. Bedevî: “Bizim oralarda bu kaftan 500 akça eder” diye karşılık verince, Yûnus: “Din, dünyadan daha iyidir” deyip kaftanı bedevînin elinden aldı, dükkâna geldi, kardeşinin oğlunu azarlayıp: “Sen Allah’tan korkmayıp utanmadan 200 akçalık kaftanı 400 akçaya nasıl verdin?” diye sordu. Oğlan: “Kendi rızâsıyla verdim” dedi. Yûnus: “Farz edelim ki kendi rızâsıyla verdin, ya insâfın nerede? Kendin alacak olsan bu paraya alır mıydın?” diye sordu. Oğlan: “Almazdım” dedi. Yûnus: “Kendin için uygun görmediğin şeyi başkasına nasıl uygun görürsün?” diyerek bedevînin 200 akçasını iâde etti.
Enteresan :)
Fütüvvet ehli esnaf, yalan, hile ve aldatmaktan son derece uzak durmalıdır. Eskiden avcılara şed adı verilen fütüvvet kuşağı bağlanmaz ve onlar fütüvvet ehli (Ahîler) arasına alınmazdı. Çünkü avcılar avını yakalamak için tuzak kurar, hîle yoluyla mesleğini icrâ ederdi. Oysa fütüvvet ile hîle ve tuzağın bir arada bulunması mümkün değildi.
Ali Torun, age, s. 431-432
Ahilik
“Terzilerin pîri sayılan İdris (a.s.) kumaşa her iğne batırdıkça sübhânallah dediği gibi, sanat ehli esnaf da Allah’ı zikretmekten uzak kalmamalıdır.”[43] Hattâ Doğu Türkistan’da dokumacılık âdâbına dâir yazılan Risâle-i Bâpande isimli Uygurca bir esnaf fütüvvetnâmesinde dokuma tezgâhında kişinin her aşamada okuyacağı duâlar ve âyetler ayrı ayrı kaydedilmiştir. [44]
Sayfa 35 - [43]. Ali Torun, Türk Edebiyatında Türkçe Fütüvvet-nâmeler, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1998, s. 401. [44]. Emine Gürsoy Naskali, “Doğu Türkistan’da Ahilik (Yeni Uygurca Belgeler)”, I. Uluslararası Ahilik Kültürü Sempozyum Bildirileri, Ankara: Kül
Reklam
Fütüvvetnâmelerde el emeği ile çalışıp kazanmanın önemi anlatılırken her peygamberin bir meslekle meşgul olduğu anlatılmaktadır. Meselâ, Hz. Âdem zirâatçi, Şît pamukçu, İdris terzi, Nûh çömlekçi, İbrahim ok-yay imalatçısı, Dâvud zırh imalatçısı olarak sunulmuştur.
Seyyid Muhammed Razavî, Miftâhu’d-dekâik, vr. 30a.
Bir gün sabah namazına kalkamayan III. Murâd’ın üzüntüyle şu şiiri kaleme aldığı söylenir: Uyan ey gözlerim gafletten uyan Uyan uykusu çok gözlerim uyan Azrail’in kastı canadır inan Uyan ey gözlerim gafletten uyan… Benim Murâd kulun, suçumu affet Suçum bağışlayup günâhım ref’et Resulün sancağı dibinde haşret Uyan ey gözlerim gafletten uyan Uyan uykusu çok gözlerim uyan.
Sayfa 30
Galatasaray''ın flama rengiyle ilgili ilginç rivayet :)
O dönemde(II. Bayezid Dönemi) İstanbul’un Galata surlarının arkası, yâni Beyoğlu tamamen kırlık, ormanlık imiş. Bir kış günü Sultan Bayezid orada ava çıkmış. Yolda bir kar tipisine tutulmuş, şimdi Boğazkesen Yokuşu dediğimiz yerde pek bunalmış: “Bir yer bulsak da sığınsak” derken gözüne bir kulübe ilişmiş ve atını hemen oraya sürmüş. İçeri girince
Fâtih ve Akşemseddin
Hacı Bayram Velî’nin müridi ve halifesi olan Akşemseddin (ö. 863/1459), aynı zamanda âlim ve tabîb idi. İstanbul’un fethinden önce iki defa o zamanki başkent (pâyitaht) Edirne’ye giden Akşemseddin, ilk gidişinde II. Murâd’ın kazaskeri Çandarlıoğlu Süleyman Çelebi’yi, ikinci gidişinde de Fâtih Sultan Mehmed’in kızlarından birini tedavi ederek iyileştirmişti. Fâtih’in kızı da Akşemseddin’e Beypazarı’ndaki pirinç tarlalarını hediye etmişti. Fâtih, 1453 yılında İstanbul’u fethetmek üzere Edirne’den yola çıktığında yanında hocası Akşemseddin de vardı. Akşemseddin, İstanbul kuşatmasının en sıkıntılı zamanlarında padişaha ve orduya moral desteği sağladı. Fâtih’e sabretmesini, zaferin yakın olduğunu söyledi. Fetihten sonra Ayasofya’da kılınan ilk Cuma namazında hutbeyi Akşemseddin okudu. Fâtih’in emri ile sahâbeden Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin mezarını da Akşemseddin buldu. Fetih’ten sonra padişah, Akşemseddin’e mürid olmak ve kendini tümüyle tasavvuf ve maneviyâta vermek istediyse de, Akşemseddin bunu kabul etmedi ve: “Tasavvuf yolunda halvete çekilmekte öyle bir lezzet vardır ki, onu tadarsanız saltanat gözünüzden silinir, padişahlığı bırakmaya kalkarsınız. Siz tümüyle tasavvufa yönelirseniz halkın ve mü’minlerin işleri bozulur, adâletle hükmetmek padişahlar için velilik ve keramettir”, dedi. Fâtih ısrar edince Akşemseddin, İstanbul’dan ayrıldı, Göynük’e gidip yerleşti, Fâtih’in kendisine gönderdiği hediyeleri de geri çevirdi.
467 öğeden 311 ile 320 arasındakiler gösteriliyor.