Arada bir fark vardı: Hayatın bundan ibaret olduğunu zannettiren bilgisizliği min yerini şimdi, dünyada başka türlü de yaşanabileceğini bir kere öğrenmiş olmanın azabı tutuyordu.
Sayfa 142Kitabı okudu
Yani insanî bir görüngü ve davranışta iki irade etkili olmaktadır: Yüce Allah'ın ve insanın iradesi. Bu iki irade olmadıkça herhangi bir fiil de vuku bulmamaktadır. Bu arada bu iki iradenin yekdiğerinin enleminde cereyan etmediğini de belirtelim; yani iki ayrı nedenin aynı sonuç üzerindeki bağımsız etkisi söz konusu değildir. Burada, söz konusu iki iradenin birbirinin boylamında ve doğrultusunda olmasıdır. Yani her varlığın varlığı, her güçlünün gücü nasıl yüce Allah'ın varlığı ve gücü sayesinde var ve mümkün ise; yine her âlimin ilmi nasıl yüce Allah'ın ilmi sayesinde var ise; irade sahibi her bağımsız varlığın irade ve bağımsızlığı da yine yüce Allah'ın iradesi sayesinde mümkün olmakta ve varlığını sürdürmektedir.
Reklam
“Romantik bir an değildi. Gözlerimizden kalpler fışkırırmıyor ya da midemizde kelebekler uçuşuyordu. Tutku dolu bir anda değildi. Gözlerin koyulaşması ya da kaşıklarda oluşan sızı da yoktu ortada. Arada, ne olduğunu bilmediğimiz,, ulu dayan bir elektrik vardı. Mıknatısın iki farklı kutunun birbirine yaklaştığında oluşturdukları çekim gibi,, karşı konulamaz bir şeydi bu. İki metal parçası,, ayrı ayrı hiçbir işe yaramazlardı ama birlikte tam olacaklardı, bunu biliyorlardı.”
“Hiçbir şey, doğayı izlemenin keyfini sürerek, arada bir de herhangi bir kitabın sayfalarını karıştırarak tek başına yaşamaktan daha hoş olamaz,” diye ekledi. — Ama biliyor musunuz... –diye araya girdi Manilov,– aslında insanın her şeyini paylaşacağı bir dostu yoksa... — Ah, sonuna kadar hak veriyorum size, –diyerek Çiçikov sözünü kesti onun.– Dünyanın en değerli hazinesine bile sahip olsanız, dostunuz yoksa neye yarar? Ne diyordu bir bilge: “Para nedir ki eğer dostun yoksa!”
Hep köyde mi oturursunuz? –dedi. — Çoğunlukla köyde, –dedi Manilov.– Ama iki çift laf edebileceğimiz kültürlü insanlarla birlikte olabilmek için arada bir kente indiğimiz de olur. Malum, hep bir başına kaldı mı insan yabanıllaşıyor.
Zordur kadın olmak, Her an kırılıverecekmiş gibi yaşamak! Herkesin yerine her şeyi düşünüyor olmak ama herkesçe çokta umursanmamak! Bir türlü anlaşılamamak, Hep bir şeyleri istemekle suçlanmak! Onca kalabalığa rağmen yalnız olmak ve sadece içindeki çocuk tarafından sarılmak! Anne olmak, eş olmak, Her şey olmak, bir varlığıyla bin parçaya ayrılmak! Bütün bunların yanında içindeki çocuğun elinden tutup O'nu da yaşatmak’ Zordur kadın olmak; Hep bir şeyleri, birilerini toplamak zorunda kalmak! Güçsüzlükle suçlanmak ama her zorlukta sığınılan liman olarak var olmak! Ve bu tezat duygular arasında yinede ayakta kalarak yaşamak! Zordur kadın olmak, Her gün bir şekilde kırılmak buna rağmen tüm parçaları bir arada tutmak! Kalbi kırılır, umudu kırılır, hayat yada biri kırmazsa tırnağı kırılır, saçı kırılır! Ama kırılır; Allah vergisi olmalı bu kadar çok kırılırken; hep ayaktadır hep tek parçadır! Çok şeyleri saklar içinde, bilir belki de anlatamayacaktır kimselere! Onca kalabalığa rağmen ; Bu yüzden yalnızdır bütün kadınlar belki de!
Reklam
İnsanlarla bir arada yaşamak kolay değildir, çünkü susmak çok zordur...
Bu arada pansiyon hayatımız devam ediyordu. Ezici bir can sıkıntısının hâkim olduğu sefil, olaysız bir hayat.
...çocukların mükemmel olmayan bir dünyada yaşadıklarını öğrenebilmeleri için, anne babanın arada sırada makul ölçülerde başarısız olmaları aslında gerekli bir şeydir. Anne baba "yeterince iyi" ise (ihtiyaçlara esnek ve duyarlı biçimde En azından %40'lık bir oranda cevap veriyorlarsa) çocuk güvenli bir benlik duygusu ve gelecekteki keşiflerini mümkün kılacak bağımsızlığı geliştirecektir. Böylece güvenli bağlanma biçimi denilen şeyi geliştirmiş olurlar.
Süfyan-ı Sevri (rh) şöyle demiştir: "Bize ulaştığına göre bir arada yemek yiyen bir ev halkına Allah merhamet eder, melekler de istiğfarda bulunur."
Sayfa 132
Reklam
Öyle arada bir bakma içim gidiyorr..
selam 47
merhaba, şu an garda lake kıyısında expresso içiyorsun, kafan güzel. arkada “here there delillah” çalıyor üniversitedeki sevgilinle şarkınız olduğunu hatırlıyorsun. 12 yıl geri gidiyorsun. bugun 34 yaşını doldurmaya yaklaşık 30 gün kaldı. 7 mayıs bu gün. 12 yıl öncesini hatılıyorsun. 12 yıl sonrasını düşünüyorsun şimdi… damarım tutuyor işte arada, anı yaşamıyorsun. manzaran harika. ucsuz bucaksız Garda’nin kıyaları yeşil, açıkları mavi suları. bitiminde binbir çeşit tonla seni izleyen ağaçlar. günlük hayata yetecek kadar italyanca öğrendin, hala hatırlıyor musun? şimdi nerde nasılsındır acaba. bunu okuduğunda bana ulaş. içinde derinlerde. umarım sahip olduklarımı kaybetmemişindir aptallık yapıp. aç gözlülük yapıp. doyumsuzca davranıp…. karar verebiliyor musun artık? ben hala bazı zamanlarda sıkıntı yaşıyorum. hayır demekte duygularımı net ifade edememekte. ne istediğimi bilememekte. hiç bir şeyin tadını almadan başka şeylere sahip olma isteği.. çözdüm çok büyük oranda. bazen damarım tutuyor dedim ya…. umarım güzel bir yerdesindir. doğum günün bu gün, kaldır boşluğa kadehini ikimizin şerefine ben suretimle tokuştururum bardakları….
Şimdi şöyle... Gülen amcıklar var, konuşan amcıklar var; çılgın, okarina biçimli isterik amcıklar var; sertlik derecesini ölçen etli, sismografik amcıklar var; balinanın çenesi gibi açılıp avını canlı canlı yutan yamyam amcıklar var; istiridye gibi kapanan sert kabuklu, belki içinde birkaç inci bulunan amcıklar var; penis her yaklaştığında dans eden ve esrimeyle ıslanan coşkulu amcıklar var; dikenlerini çıkarıp Noel zamanında küçük bayraklar sallayan kirpi amcıklar var; Mors alfabesi ile konuşan, zihni nokta ve çizgilerle dolduran telgrafik amcıklar var; ideolojiyle dolup taşan, menopozu bile inkar eden politik amcıklar var; köklerinden çekilmedikçe tepki vermeyen bitkisel amcıklar var; Yedinci Gün Adventist cemaati gibi kokan ve bonenle, solucan, istiridye kabuğu, koyun boku ve arada bir kuru ekmek kırıntılarıyla dolu dindar amcıklar var; samur kürküyle kaplı, uzun kış aylarında uykuya yatan memeli amcıklar var; münzeviler ve saralılar için biçilmiş kaftan olan, içleri yat gibi döşenmiş seyir halinde amcıklar var; en ufak bir ışık sızdırmadan içine kayan yıldızlar bırakabileceğin buzul amcıklar var; hiçbir kategoriye ya da tanıma girmeyen muhtelif amcıklar var, ki bunlara ömründe bir kez rastlarsın ve sende iz bırakırlar; ne adları ne öncülleri olan sırf hazdan oluşmuş amcıklar var ve bunlar en iyileridir, fakat nereye gittiler şimdi?
'Benim burada ne işim var?' diye düşündüğünüz oldu mu hiç? Bir labirentin içindeymişsiniz ve kaybolduğunuzdan eminmişsiniz de, her bir dönemeci kendiniz yarattığınız için bu tamamıyla sizin suçunuzmuş gibi hissettiğiniz? Üstelik dışarı çıkmanızı sağlayacak birçok yol olduğunu da biliyorsunuz çünkü labirentten çıkmayı başarmış, dışarıda gülüşüp oynayan insanların seslerini duyuyorsunuz. Çalı çitlerin arasından arada bir görüyorsunuz onları. Yaprakların arasından gelip geçen şekiller halinde. Öyle mutlu görünüyorlar ki onlara değil, bu işi onlar gibi yapamadığınız için kendinize kızgınsınız. Oldu mu hiç? Yoksa bu labirentte kalan bir tek ben miyim?
Bütün bunlar ağza alınmaz olana dair simgesel konuşmalar. Ağza alınmaz olan, katıksız sikiş ve katıksız amcıktır. Sadece lüks baskılarda sözünü edebilirsiniz, aksi takdirde dünya yıkılır. Dünyayı bir arada tutan şey, acı deneyimlerle öğrendiğim üzere, cinsel ilişkidir. Fakat sikiş, esas sikiş, esas amcık nitrogliserinden bile daha tehlikeli ve tamamlanamayan bir element içerir sanki. Esasa dair bir fikir edinmek için Anglikan Kilisesinden onaylı Sears–Roebuck kataloğuna bakmanız gerek. 23. sayfada kamışının ucunda tirbuşon sallayan Priapus resmini bulacaksınız; yanlışlıkla Parthenon’un gölgesinde duruyor; poz için Oregon ve Saskatchewan’ın Kutsal Patenciler derneğinden ödünç alınmış gözenekli suspansuvar dışında çıplak..
1,500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.