Dışarıdan belli olmuyor. Dışarıdan bakıldığında tatmin edici bir hayat yaşıyorum. Ama içeride bunalım hüküm sürüyor. Nasıl bir bunalım olduğunu soruyorsanız; zihnim bana ait değil sanki, bana yabancı ve ahlaksızca düşünceler tarafından işgal edilmiş gibi. Sonuç olarak kendimi aşağılık buluyor ve kendi dürüstlüğümden şüphe duyuyorum. Karımı ve çocuklarımı önemsiyor olsam da onları sevmiyorum. Aslında onlar tarafından tutsak alınmışım gibime geliyor ve bundan hiç hoşlanmıyorum. Cesaretim yok: Hayatımı değiştirmeye de onu sürdürmeye de cesaretim yok. Neden yaşadığımı bilmiyorum, her şeyin anlamını yitirdim. Yaşlandığım düşüncesiyle kafam fazlasıyla meşgul. Her gün ölüme daha çok yaklaşıyor olsam da ondan çok korkuyor, dehşete kapılıyorum. Yine de bazen aklıma intihar düşüncesi geliyor.
Başka bir şey var! İçimdeki daha şeytani bir şey. Bazen gitmeyi düşünüyorum biliyor musun? Bunu ama yapmam ama pılımı pırtımı toplayıp her şeyi terk etmeyi düşünüyorum.
Belki de sevdiklerinizi düşünüyorsunuzdur. Daha derine inin, aslında onları sevmediğinizi göreceksiniz: Sevdiğiniz şey sevmenin sizde yarattığı hoş duygular! Arzuyu seversiniz, arzulananı değil.
Güdülerinizi daha derinlerde arayın! Hiç kimsenin tamamen başkaları için asla bir şey yapmadığını anlayacaksınız. Tüm eylemler kişinin kendisine yöneliktir, tüm hizmetler kendisine hizmettir, tüm sevgiler kendisine olan sevgisidir.
Hiçbir şeyin gizlenmediği bir sohbetin nasıl olacağını merak ediyorsunuz ya, bence cehennemden farksız olurdu. İnsanın kendisini bir başkasına açması ihanete davetiye çıkarmaktır, ihanet de insanı hasta eder öyle değil mi?
Sırlarımızı bilen ve duygu dolu anlarımıza şahit olan kişilere karşı nefret besleriz. O anda istediğimiz şey anlayış değil, duygularımızın hakimiyetini yeniden ele almaktır.
Herkes kendi ölümünün sahibidir. Ayrıca herkes bunu kendi bildiği gibi yaşamalıdır. İnsanın hayatını onun elinden alma hakkımız olsa bile ölümünü elinden alma hakkımız asla yoktur.