“Dickie neden metrolara, taksilere, kolalı gömleklere ve dokuz-beş iş hayatına dönmek istesin ki? Ya da hatta şoförlü bir arabaya, Florida ve Maine’e yaptıktan seyahatlere? Bunların hiçbiri eski giysiler içinde yelken yapmak, zamanını nasıl geçirdiğine dair kimseye hesap vermek zorunda olmamak, kendi evine ve her şeyini yapan iyi huylu bir hizmetçiye sahip olmak kadar eğlenceli değildi. Eğer isterse seyahate çıkacak paraya sahip olmak da cabası. Tom kalbini burkan bir haset ve kendine acıma duygusuyla Dickie’yi kıskandı.”
"have you ever been really thirsty and you opened a cartoon of milk..and poured it into your mouth.. and it's... sour?
that happened..inside me. forever."
Sahaftan alıp da uzun süre okumayı beklettiğim bir kitaptı. Nihayet bu yaz okuyup bitirmek nasip oldu. Kitabı sevdiğimi ve hayatım boyu etkilerini hissedeceğimi söyleyebilirim. Kitap her yaz kitabı gibi;sımsıcak ve hüzün dolu. Ve tabii buruk bir son. Kitabın otobiyografi niteliğinde olduğunu söyleyebiliriz. Yazar Herman Raucher, kendi hayatından
Mecbur olmadıkça Dennis’in odasına hiç girmiyordum. Kapının arkasından, yatağın altından, dolabın içinden Dennis karşıma çıkıverecek gibime geliyordu. En çok da dolap korkuturdu beni. Annem beni o odadan Denny’nin albümünü, ayakkabı kutusunda sakladığı resimlerini almaya yollarsa, odaya adım
attığım anda dolap kapısının ağır ağır açılacağını hayal etmeye başlardım. Yerimden kıpırdayamazdım tabii o anda. Ağabeyim solgun ve kanlar içinde dolaptan bana uzanırken ellerini pençe gibi kıvrılmış görürdüm. Çatlak ve boğuk çıkan sesiyle bana, “Sen olmalıydın, Gordon,” derdi. “Sen
olmalıydın.”