Ya bin yıl, ya bin asır sonra o gün gelecek.
Koklarken küllerimi mezarımda bir böcek
O kadar yanacak ki, bir yüksüklük toprağım,
Yerden bir damar gibi kopup fışkıracağım!
Ve birden bakacağım, her tarafım bitişmiş,
Başım, toprak altında bir mâden gibi pişmiş.
Nefesten daha ince bir ipek kumaş derim;
Fosfordan daha parlak, ince uzun ellerim.
Dalacağım kendimin hayran seyrine,
Diyeceğim: Bu dönen şeyler eski yerine,
Benim diye baktığım şeyler miydi bir zaman?
...
Erişilmez fikir ki, düğüm düğüm dolaşık...
Sarıldıkça boşanan yumak, çözülen demet;
Başı görünmez hayâl, sonu gelmez nedamet...
Şahı vurmuşlar gözler önünde
Matem havası esti koca sokaklarda
Nehir olur mu göz yaşından
Kırk değil yüz asır geçse
yine de nisyan olur mu ?
Bir katre hûn yeter
Koca cebelin kükremesi için
Tanrı şahlandı, hemengîzden farkı yok
volkan oldu
İnler doldu bir anda
Mekan izafiyeti yok oldu bir anda
O ki izafiyeti mümkün kılınamayandir
#Âdemîî
16. asır başlarında Osmanlı Devleti, öncekilerden çok daha büyük, çok daha tesirli, kökenleri İslâmiyet'in ilk devirlerine kadar uzanan, devleti asırlar boyunca meşgul edecek, bitmez tükenmez harplere sebep olacak korkunç bir düşmanla karşı karşıya kaldı. Bu azılı düşman, Şiîlik ve Râfızîlik belasıydı.