Kitap küçük bir çocuğun gördüğü korkunç rüyalar ile başlıyor. Ancak buradaki korkunç olan şey canavarlar, hayaletler, ruhlar değil. Vahşi doğanın ta kendisi. Küçücük bir çocuğun rüyasında kendini bir primat bedeninde farklı farklı hayvanlarla, vahşi doğayla, kızılgözle, ve ateş adamlarla mücadele ederken gördüğünü düşündüğümüzde ne denli büyük kabuslar olduğunu da anlayabiliriz. Anlatıcımız ancak büyüyüp evrim teorisini öğrenince yıllarca gördüğü rüyalar bir anlam kazanıyor kafasında. Kendisine büyük büyük büyük primat dedesinden yadigar kalan anılarını tekrar ediyor aslında uyku aleminde.
Bir belgesel havasında sıkmayan bir dille yazılmış bu kitap okuyucuyu Genç dünyaya alıp götürüyor . Yazar evrim teorisini bilimsel ve süslü cümlelerle değil hikayelestirerek okuyucuya aktarmış. Ayrıca yazıldığı dönemde evrim teorisi halen tartışmalı ve hatta kilise tarafindan lanetlenen çokca da elestirilen bir teori olmasına rağmen böyle bir hikaye yazmak da Jack London'a yakışırdı.
Belirtmem gerekir ki kitap yalnızca bir primatın başından gecen maceraları anlatmıyor. Aynı zamanda insanın "medenileştikçe" en yırtıcı hayvandan bile daha vahşi bir hale dönmesi olgusunu ele alıyor ve bu noktada modern insana dair eleştirileri de içinde barındırıyor. Öyle ki aslanlara, kaplanlara, timsahlara ve nice yırtıcı hayvana karşı türünü korumayı başarmış Homo Habilis kendi torunlarına Ateş adamlara yenik düşüyor.