Osmanlı gibi çok kültürlü, çok dinli, çok dilli bir toplumdan hepsi birbirine benzeyen bir Türk ulusu yaratma çabası, böyle zorlamaları da beraber getiriyordu işte. Devlet bu yüzden Türk kimliği üzerinde bu kadar hassastı. Çünkü yine ağabeyimin deyimiyle, biz diğer mevcut uluslar gibi kendimize bir devlet yaratmamıştık. Yani tam olarak bir ulus-devlet değildi kurulan, devlet kendine bir ulus yaratmıştı. Yeni kurulan cumhuriyetimiz için daha çok, devlet-ulus denilebilirdi.
Kitabın yazarının hemşehrim olması, içindeki belirtmek istemediğim bir bölümünde geçen ortamın uğrak bir mekanım olması sebepleri beni bu kitabı okumaya iten ilk sebep oldu. İkinci sebep ise kitabın bölüm bölüm küçük hikayelerden oluşması ve sayfa sayısının az olması oldu. Sayfa sayısının az olduğu bir kitap, okuma alışkanlığımı tekrar kazanmama ortak olacaktı çünkü. Küçük hikayelerden oluşan bölümlerin hepsinde açık ve anlaşılır bir dil kullanılmıştır. Sadece iki veya üç kelimenin anlamını bilememiştim. Ancak hikayeler arasında bir illiyet bağının olmaması, hikaye unsurlarının her hikayede sert bir şekilde değişmesi, tarafımca bazı hikayeleri aklımda oturtmama engel olmuştur. Karakterler genel olarak hislerini, duygularını açık bir şekilde okura yansıtıyor. Hayatın tamamen içinden, basit ancak duygu yoğunluklu konular var. Sonuç olarak, hemen bitirmek isteyen, duygusal yoksunluğunu tamamlamak isteyen bir okur için tavsiye edebileceğim bir kitap.
Kalemine sağlık Ali Işık.
Burası dünya. Çok ıssızlaştı. Herkesin bir sınırı var. Ahenk bozulmadan, ateş sönmeden, şiir tükenmeden, son tel kopmadan, bekliyoruz.
Aşıklar kahvesi boş kaldı.
Başaramıyoruz başkanım, hiçbirimiz başaramıyoruz. Bu yarımlık yüzeye çekiyor bizi. Hepimiz eksikliğimize yöneliyoruz. Günler çok boş geçiyor. Hiçbir şey değişmiyor. Sadece çürüyeceğimiz odalar değişiyor.