Niçin daralıyoruz? İşte herşeyimiz var, daha ne istiyoruz? Yeni, alışılmadık, bizi bir süre oyalayacak bir şey. Bu mu?
Belki de etrafımızı saran bu ses, bu görüntü, bu bina, bu araba, bu bilgisayar, bu marka, ikiyüz çeşit açık büfe, elli bin çeşit AVM ürününün çekip gitmesini, bizi rahat bırakmasını istiyoruz.
Gerçekten istiyor muyuz?
Oysa onlar yağmur gibi üzerimize geliyor, biz bulut gibi onlara koşuyoruz. Birleştiğimizde işte o dağılma, o un-ufak olma gerçekleşiyor.
Saatimiz çalışıyor ama kalbimiz durmuş. Çalışmıyor.
Kalbin sesini duyamıyoruz.
Tam bu sırada adamlar geliyor. Evin önündeki ağacı, o güzel ıhlamuru kesmek istiyorlar. Bu ağacı babamın dedesi dikmiş. Gölgesinden nesiller geçmiş. Yaprakları arasında tebessümler, yorgun bakışlar, ilk aşklar, kırık kalpler var.
Kesmeyin diyoruz bu ağacın hatırası var, kıymayın ona. Buyurgan bir ses: Ama biz buraya bir gökdelen dikeceğiz. İşler açılacak, faizler düşecek, barış gelecek, bilim kansere çare bulacak diyor.
Birbirimize bakıp önce susuyor sonra “kesin” diyoruz.
Ağaç kesiliyor, çünkü kalbin sesi yok artık.
{mustafa kutlu-kalbin sesi}