O, topraktan öğrenip
kitapsız bilendir.
Hoca Nasreddin gibi ağlayan
Bayburtlu Zihni gibi gülendir.
Ferhattır,
Keremdir
ve Keloğlandır...
Yol görünür onun garip serine,
analar, babalar umudu keser,
Kahpe felek ona eder oyunu
Çarşambayı sel alır,
Bir yar sever,
el alır,
kanadı kırılır
çöllerde kalır,
ölmeden mezara koyarlar onu.
Bu memlekette ne kızlar, ne erkekler şimdi ne dinî ve ne milli terbiye görüyorlar; cahil, gösteriş düşkünü analar, görgüsüz, duygusuz babalar, kendilerini göreneğe kaptırmışlar, ananeyi unutmuşlar, ciğerparelerini hissen, dinen, ırken, menfaaten ayrı, yabancı ellere, çevrelere emanet ediyorlar. Kediye ciğer emanet edilir mi? İtalyan mektebinde okuyanlar İtalyan, İngiliz kolejinden tahsil edenler İngiliz, Fransız terbiyesi görenler Fransız oluyorlar... Her biri diğerine yabancı hatta düşman vaziyeti alıyorlar...
Okuduğum ve muhtemelen bundan sonra okuyacaklarım arasında en zor kitap. Ben sanki bilmiyor muydum böyle analar, babalar, kocalar, sevgililer, insanlar, polisler ve devletler olduğunu; çok iyi biliyordum. Ama hep boğazımda bir yumruyla bazen de gözlerim dolarak okudum. Birinin hayatına böyle üzülmek, biriyle böyle gurur duymak benim haddime mi bilmiyorum. Ama ben Ayşe Tükrükçü ile gurur duyuyorum. Tanımadığım ama okuduğum en güçlü kadın. Dünyanın en zor şeylerinden birini başarmış; hayata sımsıkı tutunmuş; iyilikleri insanların karnını doyurmuş, kalbini ısıtmış... Umarım bundan sonraki hayatı güzelliklerle dolu olur.
Mustafa Bey önümde ben ardında çalışmaların yapıldığı yere doğru yürüdük. Caminin sağ tarafından hemen iç içe geçmiş mezarların arasından arka tarafa doğru ilerledik.
Yan yana, koyun koyuna, sırt sırta yatmış insanlar. Analar, babalar, çocuklar. Paşalar, memurlar, şairler, işçiler... Hepsi burada işte; hepsinin sermayesi bir adam boyu toprak... Kim olduğuna bakmadan, ne iş yaptığına bakmadan, parası, malı, mülkü, şöhreti, itibarı hiçbiri olmadan yatan insanlar... Kim bilir hayattayken nelere sahiptiler ve kim bilir ne planlar yaparken ansızın geldi ölüm meleği kapılarına? Yaşına bakmadan, işine bakamdan aldı getirdi buraya.
Düşünüyorum da insanı yine başka insanlar üzüyor en çok... Taptığı, hayran olduğu, değer verdiği, muhtaç olduğu ve çok sevdiği insanlar... Düşmandan çok dostlar üzüyor.Analar, babalar, çocuklar, kardeşler, sevgililer üzüyor.
Sahabeden Akrime radıyallâhu anh der ki:
Kıyâmet günü analar - babalar evlâtlarına yaklaşarak şöyle derler
— Çocuğum!.. Ben Dünya’da senin anan idim. Ben Dünya'da senin baban idim!... Ve daha bir çok şeyler sayarak devam ederler:
— Çocuğum, senin iyi amellerinden bir zerreye ihtiyâcım var. Belki de bu bir zerre iyi amel sâyesinde kurtulabilirim!..
Çocuğu cevap verir:
— Ey benim anam, babam. Ben de tıpkı senin durumundayım. Senin korktuğun gibi ben de korkmaktayım. Sana bir şey vermeğe gücüm yetmez!...
Sonra, erkek karısına giderek der:
— Ey filan, ben Dünya’da senin kocan idim!..
Ve bir çok medhiyelerde bulunarak der ki:
— Senden bir sevap istiyorum. Bana bağışlarsan belki de kurtulurum!.
Karısı ona cevâben der:
— Bunu yapamam. Çünkü senin korktuğun gibi ben de korkuyorum. Ben de aynı endişe içindeyim.
Azîz ve celîl olan Allah buyurur:
— Günah işleyen hiç bir can, başkasının günâhını çekmez. Eğer günah yükü ağır birisi, diğer birini onu taşımaya çağırsa bu, akrabası da olsa, kendisine ondan hiçbir şey yükletilmesine râzı olmaz. (Fâtır sûresi, âyet: 18).