Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Bahadır Ertop

Bahadır Ertop
@bahadirertop
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı
Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi/Sosyal Hizmet
Sakarya
8 okur puanı
Temmuz 2020 tarihinde katıldı
Bir girişimci olarak neoliberal özne başkalarıyla amaçtan yoksun ilişkilere girmekten acizdir. Girişimciler arasında amaçtan yoksun bir dostluk oluşmaz zaten. Halbuki özgür olmak (Frei-sein) köken olarak dostlar arasında olmak (bei Freunden sein) anlamına gelir.
Sayfa 12 - Frei-sein kelimesi Almanca kökenlidir. Ancak arapça, türkçe özgürlük kelimesinin etimolojisi incelendiğinde, arapça; azat edilmiş, türkçede ise öz (kişi)-gür(osmanlıcadaki hür) birleştirmesi yapıldığı görülmektedir. Bu açıdan değerlendirdiğinizde yazarınKitabı okudu
Reklam
Özgürlük aslında zorlamanın karşıtıdır. Özgür olmak zorlamalardan arınmış olmak demektir. Ama zorlamanın karşıtı olması gereken bu özgürlüğün kendisi zorlamalar yaratır. Depresyon ya da ruhsal tükeniş özgürlüğün derin krizinin dışavurumlarıdır. Bunlar günümüzde özgürlüğün pek çok açıdan zorlamaya dönüşmekte olduğunun patolojik işaretleridir.
Sayfa 12 - MetisKitabı okudu
Yapabilme özgürlüğü, emir ve yasaklar dile getiren yapmalısından daha fazla zorlama üretiyor hatta yapmalısının bir sınırı vardır. Yapabilme ise sınır tanımaz.
Sayfa 11 - MetisKitabı okudu

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Ege Cansen'in yıllar önce okuduğum gözlemini çok severim. Cansen'in şimdi adını hatırlayamayacağım bir hocası dersinde insanların niçin fakir olduğunu, onların aslında zengin olmayı istememeleriyle, fakir olmayı istemeleriyle açıklıyormuş. Bu bence harika bir doğrudur. Çünkü bence Cansen'in sözünü ettiği hocasının söylemek istediği şey, insanların eğer gerçekten zengin olmak istiyorlarsa zengin olmalarını meydana getirebilecek şeyleri yapacakları, yapmaya girişecekleri gerçeğidir.
Sayfa 423 - Serbest KitaplarKitabı okudu
Ne diyordu Malraux: " Bir hayatın hiçbir değeri yoktur, ama hiçbir şeyin de bir hayat kadar değeri yoktur."
Sayfa 413 - Serbest KitaplarKitabı okudu
Reklam
Farabi'nin gelecek hayat anlayışı benim hoşuma gider. Farabi, ontolojisinde tüm tanrıcıdır. Her şeyi, evreni Tanrı'dan türetir, ama gelecek hayat kuramında ahlaki mutluluk olarak teklif ettiği şey, Plotinos veya İbni Arabi gibi kendimizi varlık denizi içine atarak onun içinde erimemiz, yok olmamız değildir; öbür tarafta bize benzeyen insanlarla, yani filozoflarla, bilim adamlarıyla karşılaşmamız, onlarla sohbet etmemiz, birbirimizle sohbetimizden zevk almamız ve böylece mutluluğumuzun daha da artmasıdır. Açıkçası benim için de cennet eğer böyle bir yerse ilginç olacaktır. Bu meselenin çözümünde belki Lucretius'un söylediklerini de o kadar yabana atmamamız gerekir. Lucretius ölmekten değil de aslında ölmemekten korktuğumuzu söyler. Ölümden sonra mezarın içinde nasıl azap çekeceğimizden, vücudumuzu kurtların, solucanların kemirmesinden ne kadar rahatsız olacağımızdan, nihayet bu hayatta yapmış olduğumuz şeylerden ötürü tanrılar veya ölüm melekleri tarafından nasıl cezalandırılacağımızdan korktuğumuzu söyler. Ona göre gerçekten öleceğimize inansak, ne mezarda bizi bekleyen o azap dolu saatler, ne de ölüm meleklerinin cezalandırılmaları bizi korkutacaktır. Gördüğümüz gibi Lucretius benim tam tersim olan bir açıdan konuya bakıyor. Ben tümüyle yok olmaktan korkuyorum. O tümüyle yok olacağından dolayı seviniyor.
Sayfa 412 - Serbest KitaplarKitabı okudu
Beni en son hatırlayacak insanın ölmesi veya beni artık hatırlamaması durumunda benim bu kez, kelimenin tam anlamıyla, her anlamında öleceğim anlamına geliyor. Galiba insanların iyi bir ün bırakmak için onca çaba göstermelerinin nedeni de bu. Kendisini hatırlayacak son insanın zihninde, hatırasında yok olmamak.
Sayfa 410 - Serbest KitaplarKitabı okudu
Gellner ulus devletin ortaya çıkışıyla ilgili üç tarihsel durumun var olduğunu ileri sürüyor ve bunu anlatmak üzere de hoş bir benzetme kullanıyor; damat gelin benzetmesi. Anlaşılabilecek nedenlerle o, devleti damada, ulusu geline benzetiyor. Ona göre çağdaş ulus-devletlerin ortaya çıkışı bazen önce gelen, gelin olmuş ve o damadını aramıştır.
Sayfa 385 - Serbest KitaplarKitabı okudu
Aristoteles bundan dolayıdır ki Nikomakhos Ahlakı'nda, adaleti, bütün erdemler arasında en değerlisi sayar; çünkü diğer erdemlerin erdemli bir insanın özel iyileri olmasına, kendisini ilgilendirmesine, kendisine dönük olmasına karşılık adalet, Aristoteles'e göre kişinin hem kendisini, hem de başkalarını ilgilendirir; daha doğrusu diğer erdemlerden farklı olarak o, başkasının iyisidir, en büyük toplumsal iyidir... İnsanlar boşuna "Adalet, mülkün temelidir." dememişlerdir. Adaletin olmadığı yerde insanlar yönlerini kaybederler; nasıl yaşayacaklarını, birbirlerine nasıl davranacaklarını bilemezler.
Sayfa 382 - Serbest KitaplarKitabı okudu
İslam dünyasında bugün hala bir tüyü bitmemiş yetiminin hakkı edebiyatı vardır. Bu, Halife Ömer'in adaleti edebiyatıyla, Dicle kenarında kaybolmuş oğlaklardan kendini sorumlu tutması efsanesiyle Türk insanına çok gözyaşı döktürür. Ama bu edebiyatın, efsanenin bu kadar duygulandırdığı aynı toplum öte yandan "devletin malı deniz, yemeyen domuz." vecizesini de üretmiştir veya devlet malının yöneticiler tarafından yağma edilmesine fazla bir duyarlılık göstermez. Peki bu toplumun bir ferdi evindeki veya iş yerindeki en önemsiz bir eşyayı haberi veya izni olmadan alsanız kıyameti koparmaz mı? Peki, neden devlet veya kamunun malının bu kadar utanmazca yağmalanmasına karşı herhangi bir tepki göstermez? Çünkü bilir ki evdeki eşya kendi malıdır, kendi el emeği göz nuruyla onu kazanmıştır. Ama ne devlet kendi malıdır, ne de onun hukuku. Ne devleti ne hukuku kendisi inşa etmemiştir, kendisi üretmemiştir. Kimseyi suçlamak için söylemiyorum. Bütün bunların tarihsel, sosyolojik nedenlerini de biliyorum. Ama dünyayı anlamaya ve açıklamaya doğru bir yerden başlamamız için önce şeylerin adını koymamız lazım, değil mi?
Sayfa 380 - Serbest KitaplarKitabı okudu
Reklam
Savcının eski adı "müddeiumumi"dir. Biz bu kelimeden "umumi"yi ayıp sadece "müddei"yi koruduk. Bu bile bizde hukuk kavramının olmadığını gösteren basit ama önemli bir işarettir. "Umumi", ammeyle, kamuyla ilgili olan demektir. Yani savcı kamuyu temsil eden, onun adına iddiada bulunan kişidir. Yani savcı kamuyu temsil eden, onun adına iddiada bulunan kişidir? E, bu ne demektir? Suçlunun muhatabının kamu, halk olması demektir. Çünkü savcı kamu adına davanın tarafıdır. Neden? Gene aynı mesele: Hukukun sahibi halktır, hukuku yapan halktır da ondan. Hukuk bilginleri halk mıdır? Onlar halk adına mı bu görevi yerine getirirler? Yoksa Tanrı adına mı? İslâm hukukunda hukukun sahibi halk değildir, Tanrı'dır. Onun için de mahkemenin hiçbir safhasında halk yoktur; ne jüri olarak, hattâ ne dinleyici, izleyici olarak. Kadı halkın, kamunun değil, Tanrı'nın, Tanrı adına kendisini görevlendiren halifenin veya sultanın memurudur.
Sayfa 378 - Serbest KitaplarKitabı okudu
Eğer bir şeyi anlatamıyorsan, anlamamışsındır.
Sayfa 348 - Serbest KitaplarKitabı okudu
Muhammed'in kurmak istediği şey bir Müslüman devleti değildi; özelliklerini yukarıda belirtmeye çalıştığım kutsal Müslüman toplumdu. Garget'in yakınlarda çevirdiğim ve Ayrıntı Yayınları arasında çıkan kitabına Müslüman Devleti değil de " Müslüman Sitesi" adını vermesinin nedeni bu. Muhammed için, kurmak istediği toplumu kimin ve nasıl yönetileceği, işletileceği önemli değildi; neye göre, hangi temel, hangi ilkeler üzerinde yönetileceği, işletileceği önemliydi. Bu temel ne halkın, ne de dünyevi insani bir yöneticinin iradesi değil, kendisinin Cebrail aracılığıyla Tanrı'dan getirtmiş olduğu kitap, yani Kur'an'ın kendisi, şeriat, yasa olacaktı; ama dar anlamda değil, en geniş anlamında şeriat, yasa.
Sayfa 336 - Serbest KitaplarKitabı okudu
Kant ne diyor? Bir davranışı ahlaki yapan, sonuçları, yol açtığı iyi veya kötü olgusal şeyler, örneğin başka insanlara yararlı veya zararlı olması değildir. Sadece o ahlaki davranışta bulunmaya bizi iten şey, bu davranışın arkasında bulunan niyetimizdir. Böylece Kant'ın da ahlakta peşinden koştuğu temelde iyi davranış, iyi pratik değildir; iyi ruh hali, doğru ahlaki amaç, kendi deyimiyle mutlak iyi niyettir.
Sayfa 332 - Serbest KitaplarKitabı okudu
Aristoteles, sevgiyi varlık derecesi bakımından daha aşağıda bulunan bir varlığın kendisinden yukarıda bulunan bir varlığa yönelmesi olarak tanımlar. Yine bir örnek vermem gerekirse Aristoteles'e göre ancak gecekonduda yaşayan fakir işçi kızın Cem Boyner'e aşık olması mümkündür. Cem Boyner'in ne kadar güzel olursa olsun bu kıza aşık olması ise, Aristoteles'e göre, imkânsızdır. Bundan ötürüdür ki Aristoteles'te bütün varlıklar kendi türlerinde, tarzlarında Tanrıya yönelirler, ama Tanrı , bırakın insanlara, evrene yönelmeyi; onlarla ilgilenmez, onları bilmez bile. İsa, Aristoteles'i ve onun mükemmel olduğu için kendisinden aşağıda bulunan varlıklarla ilgilenmeyen, ilgilenmek için hiçbir kabul edilebilir nedeni, gerekçesi olmayan Tanrı'sını anlar mıydı, bilmiyorum.
Sayfa 327 - Serbest KitaplarKitabı okudu
39 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.