“göçebeydik, durmadık arad köyünde de. evimiz barkımız yoktu bana göre. duramazdık iki ay aynı toprağın üstünde. dağlar beslerdi bizi, ormanlı dağlar. nehirler arıtırdı kiri, toprak ısıtırdı. keklik avlardık ama yemeye kıyamazdık.”
bilim sınavına hazırlık sürecime katkıda bulunsun diye okumaya başladığım ve kendimi kafkasya’daki esarete, karaçay türklerinin bağımsızlık mücadelesine kaptırıp bir çırpıda okuduğum roman. karaçay türkleri vatan toprağına veda ederken nasıl gözyaşı döktüyse ben de son sayfalarına gelirken romanın, kitaba sarılıp öyle gözyaşı döktüm. rus esaretinin acısını, bağımsızlık arzusunu, vatan toprağından ayrılmanın yükünü zihnimin ve yüreğimin her köşesinde yaşadım. kafkasya bizimdir. karaçay türkleri kafkasya sizindir. sizin vatan toprağınızdır.
Önce HürriyetHasan Kallimci · Bengü Yayınları · 20143 okunma
“belimi sıkan bir pantolon giymişim. boğazımı boğan bir kazağım var. ayakkabılarım ayağıma küçük. saçlarımı o kadar sıkı toplamışım ki kökleri kalbimi yerinden sökecek gibi. uzun upuzun saçlarım. kısa kısacık saçlarım. saçlarım. içim ne kadar ferahsa... o kadar sıkıntılıyım. içim içime sığmıyor ve içim içimde kuruyor. ben ve ben. aramızda yarım asırlık bir zaman. altımda bir pantolon kendi dizimin dibimde, eteklerimde oturuyorum nice zaman.”
“ceplerimizde huzursuz hikâyeler. belleklerimizde irini kurumamış yaralar. tırnaklarımızın arası hayattan kazıdığımız kirlerle dolu. ne geçmişe güvenimiz var, ne bugüne, ne de geleceğe. ölülerimizi sırtımızda taşıyoruz. inatla doğurmuyoruz. çoğalmıyoruz. geceleri daracık mezarlarda uyuyoruz. gündüzleri ha öldük ha öldürdük diye korkuyoruz. kötüyü gördük. unutamıyoruz.”
üzerine tez yazdığım ve yazarken de hikâyenin içerisinde kalbimle rastlaştığım enfes bir grafik roman. bitti derken başladığım noktada ellerimi tuttu. çizgi roman klasiklerine olan önyargı bırakılıp mutlaka okunmalı. basit edebiyat ürünü sayılan çizgi romanlara inat edebi, güncel ve derinlikli bir roman. fiyatı daha ucuz olsa dağa bayıra her yere bırakabilirdim birine iyi gelir belki niyetiyle. uğur erbaş'ın büyülü dünyası, insanın kendi kendine çıkabildiği gizemli bir orman gezintisi gibi. bana, sevmek hissinin tüm yolları yürünebilir kıldığını yeniden hatırlattığın için teşekkür ederim sagre ve sen de daima içimde bir yerlerdesin gozo. biz iyi ki tanıştık, dilerim sizler de tanışırsınız :')
“berlin gecesinde oturuyorum ve gökyüzüne doğru don giovanni’yi bağırtıyorum. haziran alacakaranlığında. onunla birlikte içimdeki her şeyi bağırıyorum. susmamla. aynı gökyüzünün dünyanın tüm ülkelerini kapsamasına olanak var mı? tüm yüzyılların, tüm özgürlüklerin, tüm savaşların, tüm cezaların, tüm haksızlıkların, tüm yiyeceklerin, tüm açlığın, tüm yoksulların ve acıların hâlâ var olduğu bugünün dünyasını aynı gökyüzünün bürümesine olanak var mı?”
“uykuyu aradığın odanda, bu akdeniz kentinin nemli yalnızlığında, denizi bulmadığın kentte. sen tüm kentten daha yalnızdın. okyanus gibi bir yalnızlık.”