Okumakta en zorlandığım tür oyun. Aşırı sessiz ortam ve sakin bir zihin istiyor. Gergedanlar'ı da böyle bir zamana sakladım ama ilk sayfadan dekor tasviri ile öyle bir girdi ki son sayfayı bitirdiğimde izlemiş gibiydim. Merdivenleri yıkılan ofisi ayrıntısına kadar tarif edebilirim o derece. ben oyun okuyamıyor değilmişim, ya da yazan nasıl da güzel yazıyormuş.
(kitabın bulunmuyor oluşu yüzünden sevdiklerime rahatça hediye edemeyeceğim. Ama Fransızcasını kolay buldum yaşasın hatta onu bulduğum kitapçının evinde Türkçesinin olduğunu öğrenince medeni cesaretimi toplayıp adamın kitabını ödünç aldım.)
Bavullu Adam'a hayran kaldım Camus'nün Yabancı'da yaptığını üçe beşe katlamış ve oyun yapmış resmen. Yabancılaşmayı boyut kaybetme gibi düşünmemiştim o da iyi geldi.
şimdilik en sevdiğim diyalog:
"KADIN HASTA BAKICI: Cesetler hemen önünüzde doktor. hektarlarca, hektarlarca alana yayılmış durumdalar, işimiz var.
DOKTOR: Bu, doktorun görevi
BİRİNCİ ADAM: Ne yapacaksınız?
K. HASTA BAKICI: onları yeniden yaşatacağız. tersine bir ötenazi anlayacağınız.
BİRİNCİ ADAM: Belki de istemiyorlardır
DOKTOR: İşte hayat!"
Mine Söğüt'ün Gergedan kitabına ilham olmuş, o sayede keşfedip uzun bir arayış sonunda buldum ve Gergedanlar'ı okuyana kadar Ionesco'nun yazdığı hiçbir şeyi okumayacaktım.
Bavullu Adam'ı dün gece bitirdim ve nasıl etkisinde kaldıysam rüyamda oyunun içinde kendimi anlatma çabasıyla boğuşuyordum. Aidiyet duygusunu memleketinden uzaklaşıp, geri döndüğünde artık iki şehre de ait olunmadığını, yabancılaşmanın aslında boyut kaybetmek olduğunu kusursuz vermiş.