kozalak yaktım ben de
sessizlikte
ömrümün
kozalaklarını
küllere sıvanmış
baştan başa dolaşıp
ağrıyan ormanı
yağmur dindi sevgilim bak dinle
her şey dindi, acıysa dinmemiş halde.
Ve sana kansız
bir gökyüzü
getirirdim
getirebilsem ah,
- avlusunda çocukların
korkmadan oynadığı -
lalelerle donanmış simli bir gökyüzü..
bir öpüşün bıraktığı harlı lekeyi
çatlamış bir narı, unutmadım.
bir keşiş bıçağıyla dağlanmış
çiçekbozuğu,
çopur
bir
hayat
acıtıyordu beni
sevgilim.
her şeyin
hüzne vurduğu yerde
bütün saatlerin,
kuzguni bir denizi
çoğaltarak
hayat
acıtıyordu beni.
bense geçerdim
karamuklarla, karabasanların
arasından
geçerdim
hiçbir
im
bırakmadan geride
bana en sırlı gelen
acının o en sırlı noktasından...
(...) el değmemiş ormanlarında gezinen
kan işleyen kanaviçesi ömrümün
sarı sarmaşıkların ışıklı gölgesi
ve sensin hüznün yüzgörümlüğü
rüzgarların beyazdan yelesi sen.
Arkadaşım benim, bilirim yine ayakların
deniz kabuklarındadır
ellerinse taşıyor
gökyüzünün bütün köpüklerini...
Bilirim, burda ben vurunca dağlara
orda sen bir dağ arayacaksın
kendine
denizin dibinde,
daralınca senin gökyüzün
daralacaktır benimkisi de.
Kalbinin gümbürtüsü hep yanı başımda
hep yanı başında, kalbimin gümbürtüsü...
Arkadaşım benim...
pıhtılaşmış
şarap gibi.