Kendimi inandırma gücünü yitirdim ben. İyi şeylerin bu kadar yakınımda durabileceğine ve olabildiğince uzun süreceğine inanmıyorum. O ağır kayayı ne yapıp edip güç bela tepenin ucuna kadar çıkarmayı başarsam da, kayanın orada kalmayacağını, geri yuvarlanacağını biliyorum. Hafızamı yurt edinen gölgeler ha bire aklımı karıştırıyor. İflah olmaz bir kopuşla hayata tutunmayı başarabildim. Ne kadar büyük bir çelişki? Bir kopuş karşılığı hayata bağlanmak...
"Yani sen dünyaysan, ben de ay olabilirim. Sürekli etrafında dönüyorum ve senden hiç uzaklaşamıyorum."
"Hayır. Eğer ben dünyaysam sen ancak güneş olabilirsin. Işığınla bana yaşam veriyorsun."
Söyleyin, söyleyin, ben miyim yoksa,
Arzı boynuzunda taşıyan öküz?
Belâ mimarının seçtiği arsa;
Hayattan muhacır, eşyadan öksüz?
Ben ki, toz kanatlı bır kelebeğim,
Minicik gövdeme yüklü Kafdağı,
Bir zerreciğim ki, Arş'a gebeyim,
Dev sancılarımın budur kaynağı!
Ne yalanlarda var, ne hakikatta,
Gözümü yumdukça gördüğüm nakış.
Boşuna gezmişim, yok tabiatta,
İçimdeki kadar iniş ve çıkış.
gerçekten özlemişti dünya beni
öze çekmişti
özüm gelinceye kadar bana
temas etmişti
bu dokunuş parlatınca beni
benden biraz dünya isteyen ricacıları öldürdüm
ve kital bitti
Yazık, yazık ki yazgımın boyası koyu
Şunu hiç unutmam, Amerika'da doktora yapan biriyle konuşurken konu Amerika'ya gelmişti. Ben 'Amerikalıların birtakım meziyetleri olduğunu kabul ediyorum. Ancak ahlâk unsurunu bir kenara itmeleri, ahlâkı, yaşantılarına musallat olan bir bela gibi görmelerini kınıyorum' deyince, konuştuğum adam kibarca ve bilgiç bir şekilde sözümü reddederek 'Eğer biz bugün hâlâ ahlâktan söz edecek olursak, o zaman çadır yaşantısına, bedevi hayatına dönmemiz gerekir' dedi.