Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
104 syf.
9/10 puan verdi
·
5 günde okudu
"Herkes aynı şartlarda gelmiyor dünyaya.. "
Yazar kitabın önsözünde, dünyaya gelişimizin adil şartlarda olmadığını, bazılarının hayata 1-0 geride, bazılarınınsa önde başladığını dile getirmiş. Hatta bu skor kimileri için daha da açık farkla başlayabiliyor... Bizim eksikliğini hissetmediğimizden şükrünü unuttuğumuz duyulardan mahrum olarak dünyaya gelenlerden bahsediyorum, engellilerden. Yazar bu kitabında bizlere işitme engelli küçük bir kızın penceresinden bakma imkanı sunuyor. Üstelik engellilerin yaşadığı bu sıkıntıları yine öyle bir toplumsal sorunla sentezlemiş ki okurken kendisini takdir ettim. Bu sorun, 'Adalet sistemimiz ve cezalar suçluları engelliyor mu, suçları ortadan kaldırıyor mu?' Sorunuydu. Birçoğumuz gibi cezaların etkisiz olmasını dert eden yazarımız, suçluların ıslah edilmesi ve topluma kazandırılması ile daha ferah bir toplum olacağımızı anlatmış. Üstelik bunları oldukça sade, akıcı üslûpla hikâyeleştirerek anlatmış. Oktay, Fatoş ve Çiçek karakterleri üzerinden hem cezaların değil suçluların iyileştirilmesi, hem de işitme engelli insanların ve yakınlarının yaşadığı sıkıntılar anlatılmış. Ceza yerine ıslah kulağa ütopya gibi gelse de kimbilir belki hayaller gerçek olur bir gün... Ben kitabın farkındalık oluşturma amacını beğendim. Yazarımız
Selahattin Tomar
Selahattin Tomar
'a başarılar dilerim ve hediyesi için bir kez daha teşekkür ederim. Keyifle okuyun kitap dostlarım.
Islahat
IslahatSelahattin Tomar · Selahattin Tomar · 2022577 okunma
Sessizliği dinliyorum şimdi ve soluğunu sustuğun yerde birseyler kırılıyor bekleyiş diyorum caddelere, dalıp gidiyorsun adını yazıyorum bütün otobüs duraklarına öpüştüğümüz her yer adınla anılıyor bir de seni ekliyorum susuşlarıma
Reklam
Delikanlım! İyi bak yıldızlara, onları belki bir daha göremezsin. Belki bir daha Yıldızların ışığında Kollarını ufuklar gibi açıp geremezsin… Delikanlım! Sen ki, ya bir köşe başında Kan sızarak kaşından gebereceksin, Ya da bir darağacında can vereceksin. İyi bak yıldızlara Onları göremezsin belki bir daha…
Nazım Hikmet Ran
Nazım Hikmet Ran
Deniz Gezmiş
Deniz Gezmiş
Kendi öz benliğini bulmak…
Belki bir şey üzerinde çok yoğunlaştık. Belki de bir şeyle çok yıprandık. Belki çok sevildik. Belki az sevildik. Belki çok çalıştık. Belki az çalıştık. Tüm bunların bedeli çok ağırdır. “Çok fazla” karşısında giderek kururuz, kalplerimiz yorulur, enerjilerimiz boşalmaya başlar ve içimizde gizemli bir özlem yükselir.
Ben sana değil, etrafındakilere güvenmiyorum şeysi
__ Erkekler sınırsız derecede şehvet düşkün vahşilerdir. Adamın ilgisini çektiğime göre, benim de bir şeyler yapmış olduğum kanısına varmıştı. Öfke ve korku içinde, bütün erkekler yer çekimi yasasıyla bana doğru çekiliyormuş gibi, söylenip durmuştu. __ Kendi tutkularının gücünden korkuyordu belki de, olamaz mı? Her şeyden önce o da bir erkek. Kendi düşüncelerini biliyor, öteki erkeklerin de böyle düşünceleri var mıdır? Vardır, bunu biliyor. Peki ötekiler bu düşüncelerini onun gibi denetleyebiliyorlar mıdır? Tabii ki denetleyemiyorlardır...
Sayfa 128
Sevginin niçini olmaz ki efendim…Düşünsem belki mâkul bir sebep bulabilirim.Fakat bu hakikî sebep olmaz.Çünkü biz önce severiz.Sonra sevdiğimiz şeyin güzel taraflarını bulmaya çalışırız.
Reklam
aptallık açığa çıktığında zeki görünür
Bugün bir grup gencin ufacık bir kulübe üzerinde çalışmalarını izlerken, Funabaşi’den genç bir kadın yürüyerek yukarıya geldi. Neden geldiğini sorunca şöyle dedi, “Yalnızca geldim, hepsi bu. Artık hiçbir şey bilmiyorum.” Zeki bir genç kadın, soğukkanlı, kendine hâkim. Bunun üzerine sordum, “Eğer aydınlanmamış olduğunu biliyorsan, söyleyecek bir şey yok, değil mi? İnsanlar, dünyayı ayrım lamanın gücü ile anlamaya çalışarak, onun anlamını gözden kaçı rıyorlar. Dünyanın böylesine zor durumda olmasının nedeni de bu değil mi?” Sessizce yanıtladı, “Evet, öyle diyorsanız”. “Belki de aydınlanmanın ne olduğuna ilişkin gerçekten açık bir fikrin yok. Buraya gelmeden önce ne çeşit kitaplar okudun?” Okumayı reddeder şekilde kafasını salladı. İnsanlar öğrenim görürler, çünkü anlamazlar ama öğrenim görmek, kişinin anlamasına yardımcı olmaz. Çok çalışırlar ve en sonunda tek buldukları insanın hiçbir şey bilemeyeceği, anla manın insanın erişebileceklerinin ötesinde olduğudur. İnsanlar genellikle, “anlamama” sözcüğünün, örneğin, dokuz şeyi anlayıp bir şeyi anlamadığınız bir durum için kullanılabile ceğini düşünürler. Ama on şeyi anlamaya niyetlenerek, gerçekte bir tek şeyi bile, anlamazsınız. Eğer yüz tane çiçeği biliyorsanız, bir tekini bile “bilmiyorsunuzdur” . İnsanlar, anlamak için zorlu müca deleler verirler, kendilerini anladıklarına ikna ederler ve hiçbir şey bilmez halde ölürler.
Sayfa 154 - Kaos
“Ben Gülüzar. Gülizar, gül yanaklı demektir ama Gülüzar olunca bir anlamı olmuyor. Bu ülkede kadın olarak var olmaya çalışmak gibi belki de!”
Hayır, kadın gerçek­ten de korkar, hakikaten dehşete kapılır. Buna rağmen attığı çığlık yapaydır, çünkü kadın asla hakiki bir çığlık atamaz, gerçekten korktuğunda bile. Herhangi bir olayın neden ol­duğu korkma halinin sonucunda gerçek bir çığlık değil, ak­sine, kadının böyle anlarda atılması gerektiğine inandığı çığlık atılır. Bu alışkanlığı nereden edindiğini bilmiyorsun, ileride de öğrenemeyeceksin. Sonradan kadının, insanların belli durumlar karşısında nasıl çığlık atacaklarının tüm ay­rıntılarıyla tasvir edildiğini tahmin ettiğin korku romanları­na düşkün olduğunu ya da katillerin ne kadar korkunç gülebildiğinin, kurbanlarınsa ne büyük bir dehşet içinde bağırdı­ğının gösterildiği polisiye filmler izlemeyi sevdiğini, belki de korkunç olaylarla dolu bir dönemde yetiştiğini ve o za­manlar atılan ve ölüm çığlığı olmayan her çığlığın ister iste­mez yapay kaldığını, zira nasıl sahte bir hayatın içinde haki­ki bir hayat olamazsa bu kadar çok dehşetin vuku bulduğu yerde de hakiki çığlıkların olamayacağını, dolayısıyla kadı­nın genç kızlığından bu yana yanlış çığlıklar atmayı alışkanlık edindiğini düşüneceksin.
"Olacaklara çok yakınken, içinde uykuya dalınan bu sükûnetten korkmak gerektiğini çok sonradan anladım. Rahat, sakin olduğumuzu sanırız, belki de, bizden habersiz, içimizde bir şeye çoktan karar verildiği için."
Metis Yayınları, Çeviren: Sosi DolanoğluKitabı okuyor
Reklam
"Sen benimle oynuyordun. Benden nefret ediyordun. Çünkü sevgin nefrete dönüşmüştü. Hatta belki bir çeşit intikam alıyordun benden. Ben farkındaydım. Buna rağmen seni sevmeye devam ediyordum hala da ediyorum. Ben, sana hak vermeye çalışıyordum, veriyordum da. Oysa senin çektiğin acılardan belki daha da fazlasını ben de çekmiştim. Sen beni,
Sevgi, imkânsızlığın değil, imkânların ortasında buluyor kendini. Anlamım, tarifini. İmkânsızlığın ve eşitsizliğin ortasın­daki sevgide kendinden başka şeyler de vardır ve çoktur ve ayırt edilmesi hayli müşküldür. Şimdi içeride upuzun yatan beden, belki üzerindeki borcu kaldırmış, ağırlığı almıştır. Bu duygula­rın yokuşlarına sürülmesi bu yüzdendir. Şimdi sorabilir belki kendine, sahiden sevip sevmediğim. Ölümün sessiz sözleşmesi bütün hesaplan kapar. Bir kulun, bir padişaha hizmetinden baş­ka hiçbir anlamı olmayan duygu, şimdi sıyrılıp üzerindekilerden, gerçek anlamını ortaya koyabilir. Ölüme borçlanılmış bir itiraf olarak...
Sayfa 93
Ordu, hep yönetilen ve korkulan bir şey. Belki de buyuranın, buyrulandan duyduğu kor­kuda hep bilinmeze karşı duyulan güvensizliğin sarsıcı kuşkusu yatıyor. Ne düşündüğünü ve ne hissettiğini hiç bilemediğin bir güç, tarihin bir zaaf anında silahını, kendini yönetene de çevire­biliyor. Ordunun dizginlerini tutan el şimdi içerde ölü yatıyor.
Sayfa 93
O zamanlar geçti. Ya da belki de geçen benim, çünkü zaman durağandır. Bir gün bunu anlayacaksın.
José Mauro de Vasconcelos
José Mauro de Vasconcelos
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.