'70'lerin ortalarında henüz boşalmamıştır köyler. İhtiyar gözler şükürle sönük. Henüz sahip olma tutkusu kurnaz elektronlarını ekmemiş yorgun genç bedenlere. Ve henüz yalnız bir gezegendir Orta Anadolu. Yüce dağlar çizer uzay ufkunu. Hasan Dağı, Erciyes, ötede Süphan. Alamancı akrabalar, Vosvos arabalar, köy öğretmeni ve tek tük antenler, uzak karayolundan motor sesleri yetmez, erken çöken akşamlarda, metropollerin ışıltılı samanyollarına kuyruklu bir yıldız gibi takılmaya.
Yanılsamadan başka nedir ki, gündelik yaşam, esti mi gönül soluğu, silinir... Ve başlar köklerin yaşantısıyla, deniz diplerinin sessiz soluklarıyla, kıpırtısız katılıklarda yüzen parçacıkların çılgın süratiyle ölçülen asıl hayat...
Kahramanlara aç bir ülke burası. Doyamadan ayrıldı "kahraman"ından... Yalnız elli yedi yaşındaydı öldüğünde ülkeyi küllerinden, yıkıntılardan doğuran...
Gençlerin umutlu olduğu henüz masum bir ülkedeyiz. '60'ların başından yankılanan özgürlük esintisi pek uzak değil; '68 ise pek yakın. Vicdanı besleyen atardamarlar henüz pıhtılarla tıkanmamış. Ne güneydoğudaki çatışma başlamış, ne namı "kahraman" olan ilde komşu komşuya kıymış, ne Sivas yangını ateşten ve utançtan bir lanet gibi yolları kesmiş. "Ölüler" deyince, işgal donanması gibi ufku kapatmış yabancı bir filoyu lanetlerken vurulanlar geliyor akla... ve darağacında sallanan üç yiğit... ve dağlarda vurulmuş kahramanlar...
İlkin komşu ülkelerle, sonra birbirimizle savaştık. Yıllarca sürdü bu. En sağlam sınırlar ölülerle yapılandır. Kimse öteki tarafa geçemez. Artık kolay kolay barışamayız komşularımızla; kendimizle de... Aramızda ölülerimiz durur.