Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Şimdi şu iki cümleyi ele alalım: 1. "Her ne surette olursa olsun, bu köprüden geçmeyeceksin!" 2. "Bu köprüden geçmeyeceksin!" Soruyorum: Birinci cümle, ikincisinden fazla olarak neyi yasaklıyor? -Elbette, hiçbir şeyi. Bu "Her ne surette olursa olsun" gibi deyimlere Wittgenstein, bir makinedeki "boşa dönen çarklar" diyordu. Onun bir örneği, " 'Yalnızca' su içtim." biçiminde idi. Su içen, yalnızca su içenden fazla ne içer?
Sayfa 31 - Münih, 15. 8. '95Kitabı okudu
Takiyettin Mengüşoğlu hocamız bir gün şöyle demişti: "Kant hiç kimsenin değil. Kim alsa onundur." Ben doğrusu o kadar evrenselci değilim. Benim Kant'ımla Alman'ınkinin aynı Kant olduğuna inanmıyorum. (Hoca inanırdı.)
Sayfa 33 - Münih, 20. 8. '95Kitabı okudu
Reklam
Demek hiçten hiç çıkmazmış!
Sayfa 32 - Münih, 15. 8. '95Kitabı okudu
Tüm yaşamını geçirdiği kentin sokaklarında her zaman belli saatlerde, belli yerlerden geçen, dükkâncıların saatlerini ona göre ayar ettikleri Kant'ın torunları, bugün onu fazlasıyla geride bırakmış. Düzenli yaşam, düzen tutkusu haline gelmiş. Sanki düzen, yaşamı kolaylaştırıcı bir araç değil de yaşamın ereği olmuş. (Kant için araçtı, kuşkusuz.) Evlere, cephelerdeki ayrıntılara, damlara bakıyorum. Sokaklara, bahçelere, tüm yaşam alanlarına bakıyorum: Her ayrıntı kesin geometrik. Bu insanlar geometrik bir uzamda yaşıyorlar. Sanki hepsi birer ide. Husserl'i şimdi daha iyi anlıyorum: Fenomenolojisi için neden matematiği örnek almış. Dünyayı paranteze almak neden aklına gelmiş. Almanya'da dünya zaten paranteze alınmış. Husserl'in zamanında belki o kadar değildi. Bu farkı da onun matematikçi dehasına yormalı.
Sayfa 33 - Münih, 20. 8. '95Kitabı okudu
Yaşam tarzı ile felsefe arasındaki ilgiyi bir mekanik sosyolojik anlayışla dile getiren şöyle bir savdan kaçınmalı: "Alman yaşamı böyledir. O halde Almanya'dan böyle filozoflar çıkmış." Bu tür aptalca genellemeleri yalanlayan yığınla örnek her zaman bulunur. Yaşam biçimi ile felsefe arasındaki ilgi çok çeşitlidir. Aynı Alman yaşamı Kant gibi kılı kırk yarıcı bir filozofu da çıkarmış, uçar gibi koşan Nietzsche'yi de. Ama şu söylenebilir: Birincisi "resmi" Alman yaşamını onaylarken, diğeri ona karşı koymuş. Üstelik bu onaylama ile karşı çıkma arasında, yelpazenin kanatları arasında çeşitli filozoflar da yer aldı. Önemli olan salt onaylama ya da karşı çıkma değil, fakat bunların nasıl yapıldığıdır. Her tarz için de büyük ruh'lara gerek vardır.
Sayfa 35 - Münih, 21. 8.Kitabı okudu
Bugün Münih'te "İngiliz Bahçesi"ni gördüm, bir Alman dostla birlikte. Adın "İngiliz" olmasının nedeni, bahçenin doğal görünümde düzenlenmiş olması imiş. İngilizler'in doğayla barışık olduğu kesin. Oysa doğa, Almanlar'ı rahatsız ediyor. Doğanın canına okuyorlar. (Bizdeki gibi değil kuşkusuz.) Ormandaki ağaçları bile dimdik uzasınlar diye askıya almışlar. İlk gördüğümde dehşete düşmüştüm. Nasıl bir akıl bunu yapar.
Sayfa 36 - Münih, 22. 8. '95Kitabı okudu
Reklam
Almanlar çalışmaktan nefret ediyor. Nazi zamanının ünlü sözü "Arbeit macht frei." (Çalışmak özgür kılar.) unutulmuş. Herkesin tek düşüncesi: "Urlaub" (tatil). Buna karşın yine de herkes işini tam yapıyor: asla kaytarmaca yok. "Ödev ahlâkı", "Arbeit macht frei"ın yerini dolduruyor. Doğrusu bu "ödev ahlâkı"na oldum bittim ısınamadım. İnsanın kendini kendi isteğiyle bir tür köleleştirmesi gibi geliyor bana. Hem işini sevmiyeceksin, hem de "ödevden dolayı" deyip onu en iyi biçimde yapacaksın. Çok şükür bunu anlayacak kadar Almanlaşmadım.
Sayfa 37 - Münih, 23. 8. '95Kitabı okudu
Avrupalı'ya sırtını dönme, biner; Doğulu'ya dönme, hançerler!
Sayfa 38 - Münih, 24. 8. '95Kitabı okudu
Almanya'nın Kehl kentini arkada bırakarak, sınır çizgisi Ren ırmağı üstünden trenimiz Fransa'ya girdi. Fransa'yı ilk görüşte sevdim. Yoksa buna kendimi koşullandırmış mıydım? Öyle de olsa Almanya'nın üstüne iyi geldi. Onu kendime daha yakın buldum. (İnsan nereye gitse kendini arar.) Binaların biçimi Fransa içine doğru gittikçe daha sıcak. Ağaçlar daha özgür: iğri büğrü. Ortalıkta çöpler var. Bazı evlerde çamaşırlar ipe asılmış. Telgraf (ya da her ne için iseler) tellerine kuşlar bile konmuş.
Sayfa 40 - Strasburg (yolda), 25. 8. '95Kitabı okudu
İnsan nereye gitse kendini arar.
Sayfa 40 - Strasburg (yolda), 25. 8. '95Kitabı okudu
Reklam
Müzeyi gezdim, bir tam günde ne kadar gezilebilirse. Ağzım açık, ayaklarım havada. Ziyaretçilerin patırtılarına karşın Mona Lisa'nın büyüsü yine de sarıyor insanı. Gösterişli değil, gizemli. Hiç bu kadar çok büyü aracının bir arada olduğu başka bir yer belki de yoktur. Neyse ki canımı sıkan şeyler oldu da ayaklarım yere değdi. Diyeceğim, şu sanat tarihçileri, filozoflar, yazarlar yok mu, sanki Louvre'un Eski Mısır Sanatı bölümünü hiç görmemişler. Yoksa şunları nasıl söyleyebilirlerdi: Mısır sanatı simgeseldir. Onda gerçekçilik yoktur. Mısırlı doğayı olduğu gibi değil, kafasında kurduğu gibi görmüştür. Gerçekçilik Yunan'la başlar vb. vb. Batılının 19. yüzyıl Yunan hayranlığı, onu başka uygarlıklar karşısında kör etmiştir. Bu nedenle burnunun ucuna getirttiği Mısır yapıtlarını görememiş. Onlarda simgecilik de olmakla birlikte, bazılarında öyle bir gerçekçilik ve doğacılık var ki, şaşa kalmamak işten değil. Oysa Mısır ve Anadolu uygarlıkları yok sayılmadan da Yunan hayranı olunabilirdi.
Sayfa 42 - Paris, 26. 8. '95Kitabı okudu
Paris görmekle bitmiyor. Gözlere şölen bir kent! Bugün Musée d'Orsay'ı gezdim. Gözlerime afiyet! Çoğu tanıdığım yapıtlar. Öyle olunca daha çok etkileniyor insan. Versailles'ı saymıyorum. Saraylardan hoşlanmam. Turist damarıma yenik düşmüş oldum bir kez. Saray, halkın ezilmesi ve sömürülmesinin estetik olarak cisimleşmiş biçimidir. Sarayın büyük hacimli, görkemli mekânı, kralın hükmetmesine katkıda bulunur. Ya da böyle olması istenir. Ama bu her zaman işe yaramaz. Topkapı'nın sadeliği ile Dolmabahçe'nin şatafatlılığını düşünüyorum. Padişahların gücü zayıfladıkça sarayları debdebeli oluyor. Versailles da XVI. Louis'nin kellesini koruyamadı. Devrim'ler saray dinlemez!
Sayfa 43 - Paris, 27. 8. '95Kitabı okudu
İster Fransız ister Alman olsun Avrupalı seni b.k gibi görüyor! İkincisi bunu açıkça ifade ederken, birincisi düşüncesini gizlemeyi iyi biliyor. Ne de olsa Fransız zarafeti farkı var arada. "Avrupa'nın sonu"ndan söz etmek boş değil. Spengler'in kehaneti çıkabilir. (Wittgenstein'ın dediği gibi, zaten geleceğe ilişkin ön-deyiler bir "sonsuz varsayım" dır.) Dilerim bu "son", yine de bir "barbarlık çağı" ile başlamasın! Şunu gördüm: Avrupalı yanlışa katlanamıyor. Ürkütücü! Onun toleransı kuramsal. Oysa ben yaşamdaki yanlışlardan söz ediyorum, ki bazen onun kültür ayrımından kaynaklandığı açıkça görülür.
Sayfa 44 - Paris, 28. 8. '95Kitabı okudu
Wittgenstein'ın dediği gibi, zaten geleceğe ilişkin ön-deyiler bir "sonsuz varsayım" dır.
Sayfa 44 - Paris, 28. 8. '95Kitabı okudu
Modern sanat müzesindeki gariplikler, daha binaya girmeden başlıyor. Cephesi sanki inşaat halinde. Kocaman borular göze çarpıyor. İçerisi başka bir alem. Aman cahilliğimiz belli olmasın deyip, bir elbise askısı karşısında, onu yapan ünlü Duchamp ustadır diye hayranlıkla duracaksak, Duchamp'ın hatırına onu da yaparız. Zaten nelere eyvallah demiyoruz ki!
Sayfa 45 - Paris, 28. 8. '95Kitabı okudu
128 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.