Müslümanların yaşa­dığı hayat tarzında bıraktıkları gediklerde aramalıdır. Bunun sorumluluğuysa, elbette Müslümanlardan baş­ka kimseye raci değildir. Bir zencinin zenci olduğunu ispat etmesi gerekmez, ama bir Müslüman'ın Müslü­man olduğunu yaşadığı hayatla ispat etmesi gerek­ mektedir, denilebilir.
"İnsanın çalışmakla yükselemeyeceği ancak iki mertebe vardır: Biri Allahu zülcelâle has olan uluhiyet mertebesi, diğeri de Hâtemü'l-enbiya'dan sonra kimseye verilmeyecek olan nübüvvet mertebesidir. Bu iki mertebeden başka hiçbir mertebe yoktur ki çalışan bir müslüman için ona varmak kâbil olmasın."
Sayfa 75 - Tefsir Yazıları ve Vaazlar, s.301(Hzr. E. Düzdağ, Din Yayınları, Ankara, 2012)Kitabı okuyor
Reklam
Çarlık imparatorluğu sınırları içinde yaşayan Türklerin durumu... Azerbaycanlılar, Kuzey Kafkasyalılar, Kırımlılar, Türkmenler, Özbekler, Kırgızlar, Başkırtlar, Kazaklar dayanılması imkânsız bir baskı altında. Türk aydınları, nereden gelirse gelsin, en ufak bir kurtuluş ışığına umutla sarılıyorlar. İşte o sırada ihtilâl patlıyor, koca bir memleketi kana buladıktan sonra kazanıyor. İhtilâlin yüzü yumuşaktır. Çarlık Rusya'sının gaddar pençelerinde kıvranan bütün esir milletlere olduğu gibi, Türklere karşı da dost görünüşlüdür. Lenin ve Stalin, 1917 yılında ortak bir beyanname yayınlıyorlar. Müslüman Türk milletlere millî bağımsızlığı, kendi kendilerini idare hakkını, dilleri, dinleri ve geleneklerine dokunmamayı vaat ediyorlar. Oyunlarının hayli başarı kazandığı, kısa bir süre tilkinin kuzu sanıldığı bir gerçektir. Rusya'daki Türk aydınlarının çoğu kızıl ihtilalin karşısına çıkmamış, uyandırmağa çalıştıkları milletlerini tehlikelerin en müthişine karşı gerektiği gibi uyarmamış, milli bağımsızlık hayalinin cezbesine kapılmışlardır. Sonucun ne olduğunu, hainlerle gafillerden başka herkes biliyor.
Bir kitlenin aklı zayıflatılmak,zihni daraltılmak ve bağlılığı artırılmak isteniyorsa o kitle cahil bırakılmalıdır. Çünkü dar zihinlerde tek bir duygu dışında başka bir duyguya yer kalmaz.
Müslüman olmadıkları hâlde Türkçe konuşanlar, konuştuklarından başka bir dil bilmiyor olsalar dahî, ömürleri boyunca bir yabancı dil konuşmaktadırlar. Çünkü onların konuştukları Türkçede her söz yerini bir başkasına bırakabilir. Hâlbuki Türkler kelimelerini kaybetmeği şahsiyetlerini kaybetme felâketi olarak anlar. Gayr-i müslimlerin konuştuğu Türkçede sözlerin yanlış sıralanması anlamı yaralamaz. Hâlbuki Türkler dilbilgisi kurallarının da ötesinde bir nizâmı gözeterek tekellüm eder. Bu şiirin muhâfaza ettiği ve şiire kuvvet bahşeden Türkçedir.
haccac-ı zalim, kuteybe bin müslim, abdurrahman gibi kan dökücü fakat yetenekli komutanların yönettiği arap ordularının zor ilerleyişinin bir başka nedeni de olabilir; bedevilikten ileri gelen askeri yetenek, sürat ve organizasyonla müslüman araplar; mısır, suriye, mezopotamya ve iran'da kolay, etkin ve çabuk başarı elde etmişlerdi. fakat göçebe devlet ve ordu sisteminin getirdiği benzer niteliklere sahip türk aşiretleri karşısında bu hızlı başarıyı elde edememeleri olağandı. diğer taraftan 730'lu yıllarda göktürk kağanlığı henüz yaşıyordu
Sayfa 39 - timaş yayınları, 3. basımKitabı okuyor
Reklam
Müslümanlar arasında öyle bir zümre var ki, çoğun­ luğu onlar oluşturuyor: özellikle son yüzyılda belirgin bir şekilde ortaya çıkan bu yeni tip insana "modernist" deniliyor. Bu tip, İslâm'a misyoner gibi kuşkulu bir göz­ le bakar. Zihniyeti, düşünce yapısı, kafasının işleme tar­ zı, aslında profandır, fakat bir tür kişilik zaafından Müslüman olduğunu da reddedememektedir. Böyle tu­ haf bir konumdadır. Yanlış anlaşılmasın, Müslüman ol­ duğunu reddetmesi ona kişilik kazandıracaktır demek istemiyoruz. Düşüncelerini sonuna kadar götürme ye­ teneğinin ve cesaretinin eksikliğinden bahsediyoruz: kafa yapısı profandır, ama ruhu muhafazakârdır. Temelde muhafazakâr olan ruhu, bu yıkanmış bey­ nin yapısına terstir. Bununla birlikte, İslâm aleyhinde, İslâm'a zıt olarak ileri sürülmüş fikirleri seve seve ka­ bul etmeye hazırdır. İslâm'a zıt fikirleri ileri sürerken, yukarıda değinil­ diği gibi, babasının veya dedesinin hacı, hoca veya müftü, imam olduğunu belirtmeyi ihmal etmez. Böyle- ce, ileri sürdüğü fikirlerin nesnel ölçülere göre şayanı kabul şeyler olduğunu vurgulamak ister. Yani, karşı­ nızda yabancı birisi yok, ben de Müslümanım ama ney­ lersiniz ki, ilim başka şeyler söylüyor, demek ister. Ger­ çekteyse, ileri sürdüğü fikirlerin hiçbirinin sahibi değil­dir; bunlar, beyin yıkama sürecinde kendisine kabul et­ tirilmiştir.
sağlıklı düşünmeye doğru
dinin buyruklarına ve yasaklarına, ancak ve yalnız dinin buyruğu ve yasağı olduğu için uyulur. bir müslüman için domuz eti yememenin tek sebebi dinin bu husustaki buyruğunu yerine getirmek içindir. başka bir şey için değil... fakat dinin hükümleri içindeki hikmetleri araştırmak olsa olsa fazilettir.
"NEFSİNİ BİLEN RABBİNİ BİLİR."(1) Ali el-Karî bu söz için der ki: İbn Teymiye: Mevzudur, dedi. es-Sem'anî ise: Bunun merfu olarak bilinmediğini, Yahya b. Muaz er-Razî'nin sözü olduğunu, söyledi. Nevevi dedi ki: Nebi'den (s.a.v.) sabit değildir. Fakat, manası sabittir. Denildi ki: Kendi cehaletini bilen, Rabbinin ilmini; kendisinin fâni olduğunu bilen, Rabbinin baki olduğunu; kendisinin âciz ve zayıf olduğunu bilen, Rabbinin kudret ve kuvvetini bilir. Bu, Teala'nın şu kavlinden anlaşılır: "Nefsini aşağılık yapandan başka, kim İbrahim'in dininden yüz çevirir?" (Bakarа, 2/130) İbn Hacer'e bu hadisi kimin rivayet ettiğini sormuşlar. Cevaben, "Bu hadisin aslı yoktur" demiştir. İbn Hacer daha sonra, bunun Yahya b. Muaz'ın sözü olduğunu belirtir ve manası hakkında da aynı açıklamayı yapar.(2) Bu söz gerçekten hikmet doludur... Ancak ne var ki, benimsenen bir hikmetin zamanla "hadis" zannedilmesi ihanet olmaktadır. Zira bir hadisin Müslüman nazarındaki mualla mevkiini almaya hiçbir hikmetin hakkı yoktur. Hikmetin hikmet, hadisin hadis olarak bilinmesi şarttır."(3) 1- Barla Lâhikası, 317. 2- Şeyh Alaaddîn, İmam Nevevî'nin Fetvalarının Şerhi, 302. 3- Cânan, Peygamberimizin Sünnetinde Terbiye, 13.
Sayfa 327 - Süleymaniye vakfıKitabı okuyor
Osmanlı saltanatı son bürokrat iken, bürokrasi bile tam Arap yahut yan Arap'tır. Türkleşmiş hiçbir Arap görmedikten başka, Araplaşmamış Türk'e az rast geliyordum. Arap milliyetçiliği güden Şamlı Azimzadeler, Konya'dan gelme Kemik Hüseyin torunları idi. Halep'in esas familyalarının asılları Türklerdi. Osmanlı İmparatorluğu'nda itibar, azınlığın imtiyazi olduğu için ve Türk unsuru imtiyazsız olduğu için herhangi bir Müslüman azınlığın çocuğu olmak, Türk olmaktan daha faydalı idi.
Sayfa 48
Reklam
Köleliğin Menşei
Köleliğin çok eski kavimlerde de bulunduğu; bunu İslâmiyet'in ihdas etmediği bellidir. Maamafih bu müessesenin kaldırılmasını, siyasî, sosyal ve iktisadî sebepler dolayısıyla uygun görmeyip, onu ıslah ettiği, kölelerin hukukî ve sosyal vaziyetlerini düzelttiği de bir hakikattir. Eski cemiyetlerde, kölelik neticesini doğuracak pek çok yol
uyarı...
Şirkten ve müşriklerden uzak durmanın yanında, Allah’ın dinini ve dostlarını dost edinme, onlara yardım etme, destek olma, nasihat etme ve bunları açıkça yerine getirmenin bulunuyor olması gerekir. Böylece kalpler ve saflar bir olur. Doğru yoldan sapmış muvahhid kardeşlerimizi azarlasak da, onlara şiddetli bir üslupla nasihat etsek de ve Nebilerin yoluna aykırı olan yollarını eleştirsek de Şeyhu’l-İslam’ın dediği gibi Müslüman Müslümana karşı vücuttaki iki el gibidir. İkisinden birisi diğerini temizler. Ve bazen kiri yok edebilmek için neticesi güzel olan şiddete ihtiyaç vardır. Çünkü bu şiddetten amaç iki eli selamete kavuşturup temiz olmasını sağlamaktır. Hiçbir şekilde bir Müslümanın, başka bir Müslümandan tamamen uzak durmasını caiz görmüyoruz. Çünkü Müslümanın, kardeşi üzerinde ancak riddet ve İslam’dan çıkma durumunda kesilecek olan dostluk hakkı vardır. Allah (Subhanehu ve Tealâ) bu hakkın önemini şu ayetiyle yüceltmiştir: “Eğer siz bunu yapmazsanız (aranızda dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesat çıkar.”(Enfal/73)
Sayfa 18 - Beyaz Minare Kitap
Hakikaten bir İslam vatanı vardır ki, bütün Müslüman milletlerin sevgili yurdudur. Diğeri milli vatandır ki, Türkler kendilerine “Turan” veriyorlardiğer kısmı Arap yurdudur ki, büyük Arap vatanının bir parçasıdır. Türklerin Türk yurduna veyahut Turan’ı hususi bir aşkla benimsemeleri ne küçük İslam vatani olan Osmanlı ülkesini, ne de büyük İslam vatanını unutmalarnı gerektirmez. Çünkü millet ülküsü, devlet ülküsü, Ümmet ülküsü başka başka şeylerdir ve her üçü de Mukaddes’tir.
Zulme karşı mücadeleler yozlaşarak "kimlik siyaseti"ne ve/veya ayrılıkçılık"a dönüşebilir. Bunların ikisi de çıkmaz sokaktır. İkisi de başat durumdaki bölünme ideolojisinin tersine çevrilmesinden (beyaza karşı siyah, erkeğe karşı kadın, eşcinsel olmayana karşı LGBT, Hiristiyana karşı Müslüman, Türke karşı Kürt) başka bir şey değildir. Ezilenler, tarih boyunca en büyük zaferlerini, sistemin bölücü kategorilerini reddederek, herkesin ortak insanlığını vurgulayarak, başka grupları dayanışmaya çağırarak ve aşağıdan kitlesel birleşik mücadeleye girişerek kazanmışlardır.
Sayfa 379Kitabı okudu
İslamdan başka bir din ve inanca yönelik olanlara karşı hoşgörüsüzlüğü o kerteyi bulmuştur ki, Kur'an'a, "Müslüman olmayanları dost edinmeyin...” şeklinde ayetler koymuş.
1,500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.