Sevda ile kara sevda arasındaki renk farkı ışıltılı kalbini de karartmaya başlamıştı. Kalbindeki bir damlacık süveydanın ne zaman ve ne kadar karardığını, aşkının ne vakit kara sevdaya evrildiğini bilemeyecek kadar tutkundu artık
Cebeci İstasyonunda bir akşam üstü İncecikten bir yağmur yağıyordu yollara Yeni baştan yaşıyorduk kaderimizi
Sıcak bir kara sevda
Yüreğimizin başında bağdaş kurup oturmuştu;
Acımsı, buruk.
mühürlenmişti ağzımız bir sessizlik içinde
Sessizliği üstümüzden atamıyorduk
Bir saçak altında kararsız, yorgun Saatlerce duruyorduk
Kimse görmüyordu
Söküp atılmıyor, bende mi kusur?
Doğarken kök salmış öze saçların
Bir kara sevda ki ya büyü ya sır
Sığmıyor kaleme, söze saçların.
open.spotify.com/track/2p7oC1rOX...
Hayatın sıfır noktasında bir kadın: Fosforlu Cevriye. İstanbul'da Galata'da sokaklarda doğmuş ve büyümüş annesiyle babasını hiç tanımamış sokaklarda yaşayan bir kaldırım çiçeği. Tam anlamıyla feleğin çemberinden geçmiş, köprü altlarında harabelerde yatıp kalkan, insanca muamele görmemiş belki de bu yüzden kendisine insanca davranan adını bile bilmediği birine platonik bir aşkla bağlanmıştır. Çünkü o Cevriye'ye "siz" diye hitap eden ilk ve tek kişidir. Bütün bunlara rağmen yaşamayı seven kaderci bir anlayışla Tanrı'ya iman etmiş aşık olduktan sonra da yaşamı sorgulayan biraz saf, biraz deli dolu bir kızcağız. Suat Derviş, İstanbul'un ara sokaklarını çok iyi gözlemlenmiş. Baş kahramanımız bir sokak kadını olduğundan bol miktarda argo sözcük kullanmış. Bu kadar argo sözcüğe rağmen kitapta hiç küfür olmaması da anlatım açısından ayrıca güzel. Kitap birkaç defa filme uyarlanmış birinde Neriman Köksal, diğerinde Yeşilçam'ın Sultanı Türkan Şoray oynamış. Ben ikisini de seyretmedim.
Kitabı okuyun, filmi seyredin, türküsünü de dinleyin.
"Karakolda ayna var ayna var
Kız kolunda damga var
Gözlerinden bellidir Cevriyem
Sende kara sevda var
Moriye de fosforlum
Sende kara sevda var
Denizlerin kumuyum
Balıkların puluyum
Aç koynunu ben geldim
Ben de Allah kuluyum
Moriye de fosforlum
Ben de Allah kuluyum"
Kartallar uçar mı bir harâbeden
Köprülerden benim yârim geçer mi
Sen neden bu kadar güzelsin, bilmem
Taşırsın yeryüzüne ebedî tohumları
Ben ise kuruyacak bir suyun mahkûmuyum
Avuçlayıp öpüyorum kumları
Bir karadelikten bakarken hayat
Meydan okuyanlar kim bu serâba
Söyle bana hindiba
Sen nasıl bu kadar ceylan koşması
Sen nasıl bu kadar yollar
Yoktu vicdanı güzel gözlü yarin,
Hayata tutunamamış bir adam.
Ne bilsin onu seven kalp bebeklerden narin,
Kırık dökük kalbi, ne yol bilir, ne yolcu ne de han....
Ölüm gibi sessiz ve huzurlu şimdi bu şehir,
Bir tek ben, koparıyorum bütün fırtınaları yine içimde...
Kalbimde okyanustu sevda, oldu kurumuş bir nehir,
Bir tek sen, bu gece de sen kopuyor içimde...
Korkardım eskiden ölümden ve ölülerden,
Sanırdım var görecek günler, kim bilir güzel günler,
Ne bulmuşum ki dirilerden ?
Hayat alacak benden, kararacak gözler...
Kalbim de dayanmazmış artık Sessizliğe,
Ölüm tez gele de huzur bula bu beden.
Konuşsam anlamazlar dursana be doktor, sana ne benden ?
Ne sessizliği ben bu hasta kalple dayanmışım sensizliğe...
Yolcu yolunda gerek ey sevgili !
Bana hak artık bir kefen biraz kara toprak,
Sen korkarsın ey sevgili, geceden, bozarsın sessizliği,
Ben senin için de yaşarım en kara gecede sensizliği...
-barbarknn
Aşkı, imanı görmek isteyen, hac mevsiminde Kâbe-i Muazzamaya baksın. Beş milyon insan, bir kara taşın etrafında, deniz dalgaları gibi, dönüyor. Bin dört yüz yıl önce bir yetim öyle dedi diye...
Hayati İnanç
Allah hak eden herkese nasip etsin, bizi de hak edenlerden eylesin inşaAllah...