Bazı edebiyat ulemasının, “Allah aşkına, siz ne okutuyorsunuz bu dört yıl boyunca?.. Verin bir konferans, bitsin…” diyerek sözüm ona küçümsemeye çalıştıkları halk edebiyatı, sadece masallarıyla bile dört yıla sığmayacak zenginliğe sahiptir. Veyl onalara ki bir masalın tadından mahrum kalarak büyümüşler.
İnsan, bir üretim makinesinin çarkının bir dişlisi olarak artık insan olmaktan çıkar, "şey" haline gelir. Vaktini, ilgisini çekmeyen insanlarla, ilgisini çekmeyen işler yapmak, ilgisini çekmeyen, onu ilgilendirmeyen şeyler üretmekle geçirir; üretim yapmadığı süre içindeyse tüketmektedir. Sonsuza dek emmek üzere ağzı sürekli açık duran, hiçbir çaba harcamaksızın, hiçbir içsel etkinlikte bulunmaksızın sıkıntı giderici (ve sıkıntı üretici) sanayinin ona zorla kabul ettirdiği şeyleri -sigara, içki, sinema, spor, konferans- yalnızca bütçesinin elverdiği ölçüyle sınırlı olmak üzere yutmaktadır. Ama sıkıntı giderme sanayisi yani, yararsız şey satma sanayisi, otomobil sanayisi, sinema, televizyon sanayileri vd., yalnız ve yalnız, sıkıntının bilinçli hale gelmesini önlemede başarılı olabilirler. Hatta tuzlu bir içecek nasıl susuzluğu artırırsa, bunlar da aynı şekilde sıkkınlığı artırır. Ama bilinçsiz de olsa, sıkıntı, sıkıntı olarak kalır.
Reklam
Bir müdde-i umumî, iddianamesinde: "Bediüzzaman ihtiyarladıkça artan enerjisiyle dinî faaliyete devam etmektedir." Denizli mahkemesi, ehl-i vukuf raporunda: "Evet, Said Nursî'de bir enerji vardır; fakat bu enerjisini, tarîkat veya bir cemiyet kurmakta sarfetmemiş, Kur'ân hakikatlarını beyan ve dine hizmete sarfettiği kanaatına varılmıştır." denilmektedir.
Sayfa 30
1973 Şubat veya Mart ayı idi. İbrahim Metin ağabey GİK üyesi olarak mesul olduğu Konya ili ile ilgileniyordu. Bir gün Töre-Devlet'te "haydin Cihanbeyli'ye ilçe kongresine gidiyoruz gelin," dedi. Orada bulunanlardan Galip Erdem ağabey, Dinç Yaylalıer ve ben, İbrahim ağabeyin şoförlüğünde Cihanbeyli'ye gittik. Dinç Yaylalıer, Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Ekonomi Bölümü öğrencisiydi. Hitabeti çok güçlüydü. Konuları güzel ifade etme kabiliyeti vardı. Biraz da canlı ve gür bir konuşma tarzı olduğu için Türk Ülkücüler Teşkilatı'nın aranan bir konferans seminercisi idi. Gazete çıktığı günler mutlaka büroya gelir kolları sıvar ve “ülkücülük tek kırmakla başlar,” diyerek, tek abonelerin okuyucuya ulaşabilmesi için gazete katlardı. Kongrede bir konuşma da ben yaptım. İlk defa siyasi bir konuşma yapıyordum. Dönüşte Galip ağabey bana hitaben "Nutuksal (sal ve sel eki ile böyle dalga geçerdi) konuşman fena değil. Ama benim gibi sesin zayıf çıkıyor. Baksana Dinç konuşurken neredeyse kahvenin camları kırılacaktı," diye bir de espri yaptı. Adaylar belli olup da Niğde-Aksaray bölgesinde seçim çalışmaları başlatılacağı vakit işin organizasyonu başladı. Herkes ya memur-öğretmen veya ailesinden dolayı uzun süreli bölgede kalma imkânı olmayan kimselerdi. İçlerinde durumu en müsait olan bendim. Çünkü tam bağımsızdım. Galip ağabey benim de bu çalışmaya katılmamı istedi. Ben hiçbir hazırlığımın olmadığı söyleyince de "Dervişe ne gerek, bir hırka bir lokma," dedi. Yanıma birkaç parça giyim eşyası alarak kervana katıldım.
İmparatorluk üçlemesi emek, iktidar ve Devlet konusunda olumlayıcı, diyalektik-dışı bir yeniden kavramlaştırma, aşağıdan gelen yeni bir komünizm teorisi sunar. Maoculuğa felsefi ve siyasal yakınlıktan , “değişmez komünist değerleri" (eşitlikçi adalet, ıslah edici terör, siyasal gönüllülük ve halka güven) öne çıkaran bir tutuma ve yakın dönemde komünist İdea çağrısına yönelen Alain Badiou'nun komünizmle meşguliyeti kırk yılı aşkın bir süreyi kapsar. Komünizm Slavoj Žižek için de yeni bir ilgi alanı değildir. Daha 2001 başlarında bir konferans düzenlemiş, devamında Lenin'i yeniden düşünmek üzerine bir kitap yayımlamıştır. Negri ve Badiou Parti'yi ve Devlet'i reddederken Žižek Lenin'e belli bir bağlılığı koruyarak şunu yazar: “Bugün almamız gereken esas Leninist' ders, Parti'ye dayalı örgütlenme biçiminden yoksun siyasetin siyasetsiz siyaset olduğudur." Kısacası, radikal felsefenin hayati bir kesimi, komünizmi özgürleştirici, eşitlikçi siyaseti güncel adı olarak görmektedir ve komünist mirasın bir parçasını oluşturan kavramların birçoğuna yoğun biçimde yeniden kafa yormuştur.
Sayfa 11 - Yapı Kredi Yayınlar, 1.Baskı, 2014.Kitabı okudu
Sağda Ayrışmalar Başlıyor 1967, 10 Şubat günü İstanbul'da yapılan Birinci Milliyetçiler Büyük Kurultayı çok canlı geçmiş ve toplantının sonunda ikincisinin ve devamının da yapılması karar altına alınmıştı. "İkinci Milliyetçiler Büyük Kurultayı, 2 Şubat 1969'da yine MTTB'nin öncülüğünde İstanbul'da yapıldı. Birincisi kadar katılımlı ve coşkulu olmasa da Ankara, İzmir ve İstanbul'dan gelen dernek, konfederasyon temsilcileri ve üniversite ilim adamları çeşitli konuları müzakere ettiler. Bu kurultayın bir benzeri maalesef bir daha da gerçekleşmedi. 1969 yılı başlarına kadar milliyetçi-mukaddesatçı veya sağcı olarak kendilerini nitelendiren üniversite gençliği, bürokrat, öğretmen ve öğretim üyeleri MTTB'nin düzenlediği kurultay, miting, konferans vb. toplantılarda birlikte hareket ediyorlardı. Kurultaylarda ayrılık sinyalleri hissedilirken, 1969 yılı Nisan ayı sonunda Kayseri'de yapılan MTTB kongresi ise ayrılıkların fiilen başlangıcı olmuştur. MTTB'de milliyetçiler, ümmetçiler ve menfaatçiler (iktidar yanlısı) şeklinde başlayan bu ayrışmalar, ülkücü olarak bilinen gruba bazı kışkırtıcıların halkı da saldırtması ile kanlı bir hâle geldi. Ertelenen bu kongrenin İstanbul'da yapılan devamında da AP iktidarının oyunlarıyla bu kavga devam edince, milliyetçi ve mukaddesatçı gençler arasına nifak sokularak birliktelik bozuldu. Bu konularla ilgili olarak Devlet gazetesinin 6. sayısında Galip Erdem "Kont Bernadot can çekişiyor” başlığı altında bir makale yazmış ve yapılan yanlışların derhâl düzeltilmesini istemişti.
Reklam
1,000 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.