Bazı şiirleri ilk günkü gibi iliklerimde yaşıyorum. Vurguna, kuşlara, zarflara bir korku tecellisi. İnciyi, şiiri, denizi duyunca tir tir titriyorum. İlk Leyla ağrısı bürünürse diye korkarken tak, tak, tak ve tak. Ses yok ama aynı silah bambaşka bir elde. Bir yerlerden tanıdık bir isim, sima. Bu karanlıkta yüzünü tam seçemiyorum. Bir ışık huzmesi beliriyor, aydınlatıyor bendini. Mecnun dedikleri mi yoksa hani Leyla’ya meftun olan? Seçmeye çabalarken yüzünü, bir kanat çırpışı. Bir kuş geliyor ötelerden. Pençelerinde yıpranan bir zarf. Biçare bendimle, ona tutunuyorum. Bakıyorum gözlerine. Ey bembeyaz güzellikler ülkesinden gelen, yüzünü seçemiyorum ama gözlerin ervah-ı ezelden ruhuma aşina. Onlar hürmetine son nefeslerimi vurgununla verirken haykırıyorum: İncinen gönlüme, inciden, denizden, aşktan bahsetme. Duy ve bil ki, ben bu yüreği yara bere içinde “gönül” diye taşıyorum. Sen de vurursan bu kıyıya, inciden ruhum kanatlanıp uçacak o kuşla. Bilmem belki de, bir gün bir deniz kıyısında, kumların arasından beyaz bir inci parıldayacak, bir kuş aniden kanatlanacak, yine yıpranmış bir zarf pençesinde. Zarfa tutunduğun an Ey Bembeyaz Güzellikler Ülkesinden gelen, Bayazıt mısraları yankılanacak: “Dön bana ve dinle
Kuşlar uçuşuyor içimde.
Loş bir keman solosu gibi
Kuşların uçuştuğunu içimde
Dön bana ve dinle.
Karanlık denizlerin dibinde,
Birtakım incilerin olduğunu
Birtakım incilere ve hatıralara
Neden bağlı olduğumuzu unutma.”
Leylina