Pastaneye gittim, gelmemişti. Bir çay istedim, içtim hâlâ yok! Aslında gelse ne diyeceğimi, ne yapacağımı da bilmiyordum. Geç oluyordu, kalktım, kapıya doğru yürüdüm. İçeri girdi. "Nerede kaldın?" dedim… Sanki yıllardır tanıdığım birine sitem eder gibi… Tiyatrodaki bakışmadan sonra bir arkadaşımın evinde toplantıda karşılaşmıştık. Şaşırmıştım onu görünce… O da beni hatırlamıştı. Arkadaşım tiyatrolara turne programları yapan bir şirkette çalışıyordu. Ankara'da bulunan oyunculara davet vermişlerdi. Böyle davetler sıkça yapılırdı o zamanlar. Ben pek katılamazdım. Sohbet etmiş, ertesi gün pastanede buluşmak için sözleşmiştik. (Sonradan Münir Özkul'un anlattığına göre gelmek istememiş. "Böyle bir buluşmaya ne gerek var, zaten yarın İstanbul'a dönüyoruz" demiş. Otelden zorla çıkarıp bir taksiye bindirip göndermişler.)
Beraber birer çay içtik. Pastaneden çıktığımızda Çankaya'dan Kızılay'a doğru el ele yürüyorduk. Hiç konuşmadan… Üzgündük… Bir aydır Ankara'da turne yapıyorlarmış. Biz son gün buluşabildik… Onun ev telefonu yoktu. Ben de telefonumu veremedim. Sadece adreslerimizi verdik birbirimize. Kızılay'a gelince ellerimizi zorla bıraktık. O otele, ben eve… Carum yanıyordu çok… Şimdi düşünüyorum da, yarım saat içinde bu kadar derin duygular besleyebilmek, benim kabiliyetim miydi acaba? O'nun ne gibi bir dahli olmuştu bu hale gelmemde?…