22 Ocak 1950 pazar günü, oğlum Mustafa, çok tuhaf denilebilecek bir biçimde dünyaya geldi: Birkaç gün önce hastahaneye gitmiştim, doğuma daha üç dört hafta kaldığını söylemişlerdi. O pazar korkunç bir kar tipisi vardı. Ama daha sonra gitmem güç olur diye, Üsküdar Paşakapısı Cezaevi'nde yatan arkadaşım Mehmet-Ali Aybar'ı görmek istedim. Müсар Ofluoğlu, Naci Sadullah, Cahit ve ben yollara düştük. Eskiden fikir suçlularına saygı gösterildiği için, Mehmet- Ali'yi müdürün odasına getirdiler. Yanında bizleri görmek isteyen başka siyasi mahkûmlar da vardı. Çoktandır yazılarını okuduğum Aziz Nesin ile de o gün tanıştım. Onlarla güzel güzel konuşurken, bir de baktım ki, müdürün masasına yaslanarak ayakta durduğum yerin çevresinde küçük bir göl var. Doğumla birlikte gelmesi gereken sular vaktinden önce akıp bu küçük gölü oluşturmuş. Ayağımın altındaki suları görenlerin çiş ettiğimi sanmamaları için, ellerimi kocaman karnımın üstünde kavuşturarak, masum bir yüzle, "vallahi ben bir şey yapmadım" dedim. Sakarlığım bilindiğinden, Cahit, müdürün masasının üstündeki sürahiyi devirdiğimi sanmış. Sürahinin devrilmediğini, dolu olduğunu görünce, en trajik seslerinden biriyle "Mina, ne oluyor?" diye sordu. Ben de aynı masum yüzle "doğuruyorum galiba" dedim.
Hâlâ anlayamadığım pek çok şey vardı, anlamak için ne kadar çabalasam da galiba bunun için zaman gerekecekti? Bu zaman geçtiğinde ben hangi noktada olacaktım acaba?
Reklam
"Tavuk sürüsü, içlerinden birinde kan lekesi gördü mü, hep birlikte onu gagalamaya gider, bildin mi? Gagalarlar, gagalarlar, sonunda tavuğu etiyle, kemiğiyle, tüyüyle lime lime ederler. Tabii o arbedede sürüden başka tavuklara da kan sıçrar. Haydi bakalım, bu defa sıra onlarda. Yenileri lekelenince, bu defa onlar ölene dek gagalanır. Bu iş böyle sürer, gider. Bir gagalama şenliği, birkaç saat içinde bütün sürünün yok olmasıyla sonuçlanabilir ahbap, gördüm öylesini. Aklın almaz manzarayı. Bunu önlemenin de -tavuklarda- tek bir yolu vardır, göremesinler diye gözlerini bağlamak." Harding uzun parmaklarıyla dizini kavrıyor, kendine doğru çekiyor ve arkasına yaslanıyor. "Gagalama şenliği demek. Güzel benzetme gerçekten, arkadaş." "Pis gerçeği söylemem gerekirse, az önce katıldığım toplantı bana tam da bunu hatırlattı işte. Pis tavuklar sürüsünü." "Kan lekeli tavuk da ben oluyorum galiba, öyle mi arkadaş?" "Aynen öyle ahbap."
Sayfa 97
..Cahit'e gelince; size de yazdığı gibi galiba artık Zeta'nın odasına girebildi. Fakat daha kendisi ile konuşamadı!?!.. Yalnız bu arada çok yoruldu! Çok pipo içti; şimdi göğsü ağrıyor. İki, üç ay evvel de bir göğüs sıkıştırması şeklinde hafif bir kriz geçirdi. Sizin geleceğinize çok seviniyorum; çünkü hem sizi tekrar göreceğiz hem de belki Cahit'in derdine bir derman bulursunuz. Veyahut onu bu sevdadan vazgeçirirsiniz!.. Ben bu hususta çok üzülüyorum!..
Sayfa 189Kitabı okudu
Beni deli gibi sevdiğinden eminim. Belki de dünyada hiçbir erkek bir kadını bu kadar çok sevmemiştir. Peki bütün bunları neden size açık söylemiyor? İşte orasını ben de anlayamıyorum. Sanırım çekiniyor benden. Onu reddedeceğimden korktu. Peki bu konuda haklı mı? Sizin de ona bir ilginiz var mı? Baştan pek yoktu ama beni ne kadar çok sevdiğini ve istediğini hissedince, ben de ondan etkilendim galiba ama bu konuda yine de kafam karışık.
Ben bu kitabın altını çok çizeceğim galiba
Akla gelebilecek bütün hayırlarda geç kalındığını, dönülmez bir mecrada olunduğunu söylüyoruz. Umutsuzluğun barbar girdabında, çaresizliğin kollarında bir hayıflanmaktır gidiyor. Eskileri acıyla yad ederek, zamaneyi kötüleyerek ve kendimizi küçümseyerek.
Reklam
1,000 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.