Ne olmuş yitirdiysem kendimi, Siyahında gözlerinin ! Kolların sarsın beni, sen ki alevden sıcaksın, Daya alnını göğsüme tenim teninden yansın.. Sonra kalbimi dinle, Ben fırtınayım, hiddet dolu tûfan.. Kahrımdan değilse niye ? Yıkıldıysam ağlayarak dizlerimin üstüne, Aşkına yenik düşmüşsem ne olmuş ! Vur beni sessizliğinle, rûhumda izi kalsın.. Gözlerinle vur beni, Ölümde bu hazzı tatsın..
19 MAYIS ATATÜRK'ÜN SAMSUN'A ÇIKIŞI
19 MAYIS 1919 ATATÜRK'ÜN SAMSUN'A ÇIKIŞI Karabulutlar çöktü yurdumuza, Dokunuyordu her şey kanımıza. Karşı koymak gerekti behemehâl, Samsun'a çıkıyor Mustafa Kemal.
Reklam
"'Bak, bir daha kesin olarak söyleyeyim, bazı insanlarda çocukları, sadece çocukları hırpalama zevki tam bir tutkunluk hali almıştır. İnsan cinsinden başka yaratıklara karşı Avrupalılar gibi aydın ve insan sever, son derece hatırlı, yumuşaktırlar. Ama çocukları hırpalamaktan pek hoşlanırlar, hatta çocukları bu anlamda severler.
Cinselliği kişisel bir düşman olarak (düşmanlığın bir aracı, "instrumentum diaboli" bir dişi olarak da) gören Schopenhauer'in iyi şeyleri elinde tutabilmesi için düşmana ihtiyacı olduğu, hiddet dolu, zehir gibi acı, kara yeşil sözcükleri sevdiği, tutkularından dolayı gücenmek için gücendiği, eğer düşmanlarından, Hegel'den, dişiden, cinsellikten, tümüyle var olmayı, kalıcı olmayı istemeden mahrum olsaydı, hasta olacağı, karamsar olacağı (- çünkü öyle değildi, ne denli istese de) gerçeğini küçümsememeliyiz. Bunlarsız Schopenhauer kalıcı olamazdı, kolayca tahmin edilebilir bu; kaçardı: Oysa düşmanları tuttu onu, sürekli var olmaya doğru ayarttılar.
·
Not rated
Okuma öncesi ön hazırlıklara dair....
Homeros'un iki dev eserinden biri. Elbette pek çoğumuzun okuma listelerinde ve kitaplıklarımızdaki yerleri doldurulmayı bekliyor, belki mevcut ve hacimli sayfalara dalmak için biz uygun bir zaman bekliyoruz. Böyle büyük eserler hakkında inceleme yazabilmek dahi büyük maharet ister ve benim kesinlikle böyle bir niyetim/iddiam yok. Sadece okuma
Odysseia
OdysseiaHomeros · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 20185.4k okunma
Günümüzde bizler makineler imparatorluğuna karşı protestolara ve işlerin daha basit yürüdüğü bir yaşama dönmeye hasretlik bildiren dokunaklı sözlere alışkınız. Bunlarda yeni olan hiçbir şey yok. Konfüçyüs'ten önce, MÖ 6. yüzyılda yaşamış olan (tabii eğer yaşadıysa) Lao-Tse, modern mekanik icatlar tarafından eski güzelliklerin yok edilişi söz
Sayfa 141Kitabı okudu
Reklam
Namaz Sancıma İlaç
Birçok tembellerden ve namazı terk etmiş kimselerden duyuyoruz, diyorlar ki: Cenabı Hakk'ın bizim ibadetimize ne ihtiyacı var ki, Kur'an'da çok ısrarla bizden ibadet istiyor? Ve yine diyor- lar ki: Neden Kur'an, namaz kılmayanları Cehennem gibi dehşetli bir ceza ile tehdit ediyor? Kur'an'm o güzel ve tatlı iladesine bu hiddet ve şiddet nasıl yakışıyor? Isterseniz önce birinci suâlin cevabını verelim: Cernabı Hak, hiçbir şeye muhtaç olmadığı gibi, bizim ibadetimize de muhtaç değil. İbadete muhtaç olan biziz. Çünkü sen ve ben mänen hastayız. İbadet ise manevi yara- larımıza ilaç ve merhem hukmündedir. Şefkatli bir doktor, hastasına faydalı ilaçları içirmek için ısrar etse, hasta o sel- katli hekime: Senin ne ihtiyacın var, bana bunları içirmek için ısrar ediyorsun? dese, ne kadar manasız konuşmuş olur, değil mi? İşte "Cenabı Hakk'ın benim ibadetime ne ihtiyacı var. benden ısrarla namaz istiyor" diyen ondan daha çok manasız ve mantıksız konuşmuş olur. Çünkü ilacı içmek, doktorun değil, hastanın menfaatinedir.
Soframda, yatağımda, çalışma masamda bir misafir, dişleri hiddet ve kinden kısık, gözlerinde boşa gitmiş bir ömrün bütün bıkkınlığı toplanan bir zavallı vardı ve bana pişmanlığın şuuruyla kısılmış sesi durmadan fısıldıyordu: “Ömrünü, ömrünü ne yaptın?” Ve ben bütün uzviyetimde bir yılan gibi gezen bu zehirli sesin tembihi altında yapacağımı unutuyor, ânı ve mekânı unutuyor, başta kendim olmak üzere her şeyden, yaşanmış ömrümden, gelecek senelerimden, bütün etrafımdan nefret ediyor, kaçmak, kaybolmak, kurtulmak istiyordum.
İçinde garip bir his vardı. Buna keder diyemezdi, hiddet diyemezdi; can sıkıntısı demek de doğru değildi. Bu hissi, tam manasıyla bir huzursuzluktu. Onu rahatsız eden, huzurunu kaçıran şeyin ne olduğunu tayin edemiyordu.
Ama özlemle beklediği şey yalnız mucize değildi: Adaletin, hakkın tecellisini gör mek istiyordu, yüce saydığı birisinin şanı, şerefi çiğnenmişti. Neden olmuştu? Kimin hükmüydü bu?.. Kim verebiliyordu bu kararı?.. Alyoşa'nın tecrübesiz, tertemiz kalbini hırpalayan sorular bunlardı. Kutsalların kutsalı bir varlığın, ondan çok aşağı, düşüncesiz bir kitlenin eğlencesi oluşuna incinmemesi, hatta hiddet duymaması mümkün değildi. Mucize ya da mucizeye benzer bu hava olmayabilir, nice zamandır umdukları hemen gerçekleşmeyebilirdi, ama bu şerefsizliğe, rezalete, zehir saçan rahiplerin dedikleri gibi, "doğadan öne geçen" çürümeye ne gerek vardı? Ferapont Baba'yla birlikte sevine sevine çığırtkanlığını ettikleri "işaret"in nedeni neydi? Neden kendilerinde istedikleri gibi hüküm verebilecekleri kanısı uyanmıştı? Tanrısal, Kutsal Güç neredeydi, neden "en önemli anda" kendini çekerek kör, dilsiz, acımasız doğa yasalarına boyun eğmeye razı olmuştu?
Sayfa 453 - Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
955 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.