Kargalar tek bir karganın gökyüzünü yok edebileceğini iddia ediyor.Hiç kuşku yok ki doğrudur.Ama bu gökyüzüne ilişkin hiçbir şey ifade etmez çünkü gökyüzü şu anlama gelir:kargaların olanaksızlığı.
Bu zatların kelâm'a karşı çıkışlarının bir özeti olarak İmam Ebu Hanife'nin şu sözleri konuya açıklık kazandıracak ve bir müslümanın tavrını belirleyecek nitelik ve güzelliktedir: "İnsanların ihdâs ettikleri ve kendilerinden ortaya koydukları şey, onları hidayete ulaştırmaz. Aslolan, Kur'an-ı Kerim'in getirdiği ve Hz. Pegyamber'in davet ettiği, insanlar arasında tefrika ortaya çıktığı devreye kadar Hz. Peygamber'in ashabının yapmakta devam edegeldikleri şeylerdir. Bundan başkası ile amel edenler bid'atçı ve kendiliklerinden ihdâs edicilerdir."
Reklam
Kaplanlar kadar kana susamış insanlar vardır. Böyleleri yaradılıştan aralarında hiçbir fark bulunmayan, hatta İsa’nın kanununa göre kardeşleri sayılanları vücutları, kanları, ruhları üzerinde şu ya da bu şekilde sınırsız bir egemenlik kurduklarında, eziyet etmekten bir an geri kalmazlar.
İnsan yapıcıdır, yeni yollar açmayı sever, bu su götürmez bir gerçektir. Fakat neden acaba bir yandan da yıkmaya, her şeyi kaos haline getirmeye bayılır?
Elbette bu, intikamımı almayacağım anlamına gelmiyordu. O herif su kovasını çok yanlış birinin kafasına bica etmişti, bunu ödeyecekti.
"Bu kızı biliyorsun, üniversitedeyken mangalda kül bırakmıyordu. Kadın meselesi, toplumsal cinsiyet eşitliği, kamusal alan ayrımcılığı... Ne zaman böyle bir panel olsa masanın ortasında Didem'i görürdün. Beş yıl falan oluyor, bir akşam Ferda tutturdu şu Didem'in yazdığı diziyi izleyelim diye. Başladık izlemeye, acayip bir olay. Bayağı pipili doğmuş dizi." "Dizideki bütün iyi kadınların amacı ya kocasını mutlu etmek ya anne olmak. Kötü kadınların amacı da o kocayı ayartmak, sonra da adamdan çocuk yapmak. İzlediğim bölümde meslek sahibi tek bir kadın vardı, onun da ne yaptığı belli değil, bir ofiste oturmuş sürekli birilerine telefon ediyor. Telefonda iş mi konuşuyor sanıyorsun? Hayır. Ona bu kötülüğü yap, buna şu taklayı attır. Bir dizide, ofiste mini etekle oturmuş bir kadın varsa bil ki o kadın kötüdür. Bas klişeyi, geç. Erkekleri hiç sorma, en iyisinin tek yaptığı restorana gidince karısının sandalyesini çekmek. Pes! E ne oldu bütün o paneller, feminizm tartışmaları? Ama bakıyorum sosyal medya hesaplarına, bir kadın cinayeti falan olunca ağzıni ilk açanlardan biri Didem oluyor. Ulan senin yarattığın erkek karakterlerden biri öldürdü o kızı, sen ne demeye konuşuyorsun hâlâ?"
Sayfa 66 - Can YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Nâzım Hikmet'in Namık Kemal'e saldırması üzerine yazılan bu kitapçıkta ağır ifadelerle Nâzım Hikmet'e hücum eder; onun “modası geçmiş paslı bir mızrakla... Türkiye'de halk rejimi yani komünizmi kurarak bu çorak memleketi cennet haline getirmek" gayesinde olduğunu belirtir. (Atsız 1992: 37). Bu arada komünizmin Türklere uygun olmadığını anlatan şu cümleleri dikkat çekicidir: "Göçebe olduğu zamanlarda bile toprak mülkiyetini tanıyan Türk milleti komünist olamaz. En yoksul Türk köylüsünün bile el evinde el ekmeği yemeğe tahammülü yoktur." (s. 43).
Şu dünyadaki bütün olayları dikkatle izlersen huzurun kaçar. Olup bitenleri derinlemesine düşündüğünde, bu dünyadaki her şeyin geçici olduğu, değişmez tek hakikatin sadece âhirete yönelik çabada bulunduğu sonucuna varırsın.
Bence insanın en belirgin vasfı acizliği. Çaresizliği... Ki bu yüzden erenler, insanın hakikate varabilmesi için bu âcizliği ile yüzleşmesi gerektiğini vurgularlar. Hatta Bâyezid-i Bistâmî hazretlerinin konuyla ilgili bir kıssası var. Bir defasında şeyhin kalbine şöyle bir ilham gelir: "Ey Bâyezid! Hazinelerim, başkaları tarafından yapılan ibadetlerle ve güzel hizmetlerle doludur. Sen bize öyle bir şeyle gel ki, o bizde olmasın." Bâyezid-i Bistâmî hazretleri şaşırıp, "Yâ Rabbi! Hazinende bulunmayan şey nedir?" dediğinde kalbine şu cevabî ilham gelir: "Acizlik, zavallılık, çaresizlik, zillet ve ihtiyaç." İnsanın kuvvetsizliği kuvveti haline gelebiliyor.
Ansızın, evlilikleri boyunca bu evin odalarında, memnuniyetsiz bir ifadeyle dolaşan adamın kendisi değil, babası olduğunu fark etti, dehşete kapıldı. Hiç farkına varmadan babası olmuştu. Kalbini karısına açmayan, evinin dışındaki hayatı evinin içindekinden daha önemli bulan, evdeki yürek sızılarını anlamayan, anlasa da umursamayan, çehresi daima asık, sesi daima gür ve azarlamaya hazır babası... Uzaktaki vaatlere koşarak giderken yolunu kesmeye çalışan genç ümitlerini dağıtan, bu yüzden affetmediği adamın devamı olmak içini acıttı. Ama aynı zamanda, bu tıpkılıkta, iki su damlası kadar benzeyişte üstün bir taraf, bir enderlik vardı. Bu hal ona bir an bir soyluluk belirtisi gibi geldi. Kendini mutlu olabilmek için alçakgönüllü bir mekân aradığı bu kahrolası dünyada, yaşlı bir çınar gibi köklü hissetti, gururlandı. Sonra bunun ne kadar anlamsız olduğunu fark etti. Ömrünü yanlışlarının doğru olduğunu iddia etmekle, olmadığı bir adam olabilmek için kendi halinde bir kadını ezmekle tüketmiş bir adamın devamı, zavallı bir kopyasıydı. İçi iki kere ezildi.
Sayfa 64 - can yayınlarıKitabı okudu
Geri199
1,000 öğeden 991 ile 1,000 arasındakiler gösteriliyor.