Azınlığın tiranlığı
Odrade sevinçle, "Çoğunluğun iradesi kisvesi altında azınlığın tiranlığı," demişti. "Demokrasinin iflası. Ya kendi aşırılıkları tarafından devrilmiş ya da bürokrasi tarafından yenilip bitirilmiş hali."
Sayfa 414Kitabı okudu
Osmanlı reformcuları din adamları ve dini kurumlarla açıkça savaşmadılar. Ulemanın ve medreselerin dışında laik eğitimi örgütleyip laik bir bürokrasi yetiştirdiler. Bu laik bürokrasi modernleşmeyle toplum hayatındaki etkisini artırdıkça ilmiye sınıfı kenarda kaldı ve nihayet 2. Meşrutiyet den sonra darbe yemeye başladı. Oysa İran'daki bazıları toprak sahibi de olan müctehid ve molla sınıfı modern laik eğitimden de yaralandı. İktisadi güce sahip olan bu sınıf siyasi, idari kültürel hayattaki rolünü koruyabildi ve laikleşmeyi engelledi.
Reklam
Bürokrasi ve iş çarkının, yüzyılımız insanını böceğe ya da “robot”a dönüştürdüğünü, hepimizin birer “Gregor Samsa”olduğumuzu kavrayamazsak, biz dünyaya değil dünya bize bakıyor olmaz mı?
Türkiye'nin sorunu köy ve köylülük değil; kasabadır. Ülkemizin önemli bir kesimi bu yerleşkelerde yaşar. Nüfus büyüklüğü 15 bin-30 bin arasında değişen bu yerlerde (bazıları zaruretten daha az) bir kere belediye hizmetlerin müthiş ehliyetsiz ve verimsiz verildiğini görüyoruz. Sorun sadece nüfus ve bütçe değildir, Türk kasabası 17. yüzyılda Evliya Çelebi'nin lezzetle anlattığı çarşı, pazar ve zanaatlarını tasvir ettiği birimler değildir artık. İki asırdır, dışarıdan civar köylerin pazarlamasına ananelik yapan mamulât getirilip dağıtılan; kendisi hiçbir şey üretmeyen, sadece dedikodu ile gün geçiren, eğitimin niteliksiz olduğu, esnafın büyük şehir ürünün paylaştığı yerlerdir. Bu bölgelerdeki bürokrasi; kanun ve nizamdan saptırılır; politika dar mahalli halka, zümrevî menfaatlere göre yönlendirilir. Bu nedenle burada mahalli demokrasi de gelişemiyor. Çünkü üretemeyen yerde sağlıklı çıkar grupları oluşmaz; tartışma, uzlaşma ve denetim mekanizmasının gelişmesi zordur. Tek ümit kasaba gençliğinin kasaba dışında eğitim görmesidir. Oysa partilerin genel eğilimi bunun tersi yönde oldu ve kasaba gençliği kasabada kaldı.
Sayfa 114Kitabı okudu
Halbuki, benim gibi hasbelkader devlet memuriyetinde bir müddet bulunmuş olan hemen hemen herkes bilir ki, bizim bürokrasinin 'yok' dediği şeylerin hepsi istenirse 'var' olabilecek şeylerdir. Bürokrasinin 'yok' demesinin anlamı, aslında, ya 'yoklama'dır, ya 'sen yolcusun ben hancı' veya 'var ama sana yok' anlayışıdır. Yoksa bizim bürokrasi, canı isterse tekeden süt sağar.
İktidar ve yahut devlet kavramları, az veya çok milliyetçiliği gerekli ve hatta zarurî kılan bir mahiyet taşır. Devlet iktidarının değişmez sahibi pozisyonundaki bürokrasi gibi siyasî iktidara gelen her nevi kadro da milli menfaat ve bekânın gerekleri ile fiilen yüz yüze geldiği için gayrıihtiyarî olarak milliyetçi refleksler sergilemekten hâli kalamayacağını kısa zamanda farkeder. Dünyada geçerli olan siyasî sistem millî devletler arası münasebetlere dayalı karakterini sürdürdüğü müddetçe başka türlüsünü düşünmeye de imkân yoktur. İktidarı alıncaya kadar 'komünist toplum' hülyası ile çırpınan komünist ve sosyalist elitlerin, iktidara geçince, teoride 'karşı devrimci' dedikleri milliyetçilerden daha 'milliyetçi' politikalara yönelmeleri de aynı sebepten ileri gelmektedir. Sosyalist mücadeleler tarihinde 'sürekli devrim' ilkesine bağlı kalanların sürekli olarak tasfiye edilmeleri de yine bu sebeptendir.
Reklam
Halkın içinden çıkan -fakat ondan ayrı bir zümre olan- bürokrasi bir yanda, toplum bir yanda; Türk devlet yapısı böylece ikili bir mahiyet gösteriyor: Hükümdarı artık bürokrasi (yani, yöneticiler) ile halk (yani, yönetilenler). Eğer sınıfsal bir yapıdan söz edilecekse, denilebilir ki sınıfsal çelişki, bu ikisi arasındadır. Burada halk deyimine toplumun bütün katmanları dahildir. Hepsi reayadır.
Agora Kitaplığı 2009 Sayfa: 6
Bürokrasi, inisiyatifi yok eder. Bürokratların yenilikten daha çok nefret ettiği pek az şey vardır, hele eski rutinlerinden daha iyi sonuç veren yenilikler söz konusuysa. Düzelmeler tepedekilerin beceriksiz görülmesine yol açar daima. Beceriksiz görünmekten kim hoşlanır?
Sayfa 297 - İthaki YayınlarıKitabı okudu
Osmanlılar, Kırım Hanlığını Tuna prenslikleri gibi tampon devlet olarak kullanıyorlardı. Fakat Kırım Hanlığı ile bu eyaletler arasında mühim farklar mevcuttu. Çünkü Kırım Hanlığı, birçok hususlarda Osmanlı sultanlarından bağımsız olan bir Müslüman hanedan tarafından idare ediliyordu. Hanlar, İstanbul’dan tayin edilmiyorlardı; Osmanlı bürokrasi sisteminin yaratıkları değillerdi. Osmanlılarla Hanlar arasındaki yazışmalar davetiyeler şeklindeydi ve iki bağımsız hükümdar arasında diplomatik yazışmalar gibiydi.
Demokrasi, kitlelerin gücüne dayanmak, doğru olarak kitle çizgisini izlemektir. Bundan ötürü, başarılı olmak için, bozukluğa, israf ve bürokrasiye karşı hareket kitlelerin gücüne dayanmalıdır. Kitlelerle biz bütün askerleri, bütün fabrikalardaki işçileri, kamu hizmetlerindeki bütün memurları ve bütün halkı kastediyoruz. Başka herhangi bir işte de
1,000 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.