Bir varmış bir yokmuş, âlemin çivisi çıkmış, yerine takarken duvar yıkılmış, yenisini yaparken temel çökmüş, baştan kazarken sel olmuş. Bozulmaya meraklı bu düzenden nice hükümdarlar gelip geçmiş. Bedenler farklı imiş ama ecel elbisesini yine de dikmiş, isteyen de giymiş istemeyen de, mert de giymiş namert de. Cücesine heybetli, keline sırma saçlı, körüne badem gözlü denmiş. Yalan dilden dile dolaşmış, adı tarih olmuş. Söyleyen bildiği gibi, dinleyen duymak istediği gibi anlamış...
...] Böylece Ağustosböceği, Karınca’nın evine yerleşti.
Gün içinde yuvanın yakınından geçenler, içerideki bağırış çağırışın sebebini merak ederler. Tertipleri, kafa yapıları, hevesleri, dünya görüşleri hiç mi hiç birbirine uymayan iki ayrı yaratıktır onlar. Belki bu yüzden durmadan tartışır, kavga ederler. Akşamlarıysa neşeli keman sesi, neşeli şarkılar duyulur aynı yuvada. Muhtemelen gün ve akşam arasındaki bu farklılık çoğumuzu garip gelir. Onlar, tüm zıtlıklarına rağmen arkadaştırlar. Onlar, karnı doyuran ile ruhu besleyen gayretin kardeşliğine kanıttırlar.
Onlar… Her neyse…
Gökten üç elma düştü.
Üçü de “daha yok mu” diyenlerin başına…