Gözlerine noldu ki, «dur ağlama» desen coşar ırmak olur;
Ya kalbine ne dersin, «yetiş huzur» dedikçe artar acısı gamı.
Aşk gizli kalır mı kimseden, niçin aldatır kendini insan?
Gönül yanıp dururken, gözden akarken çeşme gibi gözyaşı.
Aşk olmasaydı döker miydin gözyaşını böyle toza toprağa?
Gözün uykudan kaçar mıydı andığından Ban Ağacını. Alem Dağını?
Aşık inkar etse ne çıkar. gerçek şahitler var:
Yaşa batık gözler, sararmış yüz, zayıf ten ve göz çukurları...
Dünyanın belki en iyi kalpli insanları. Ama ne yaparsın ki hepsi dertli. Kendi dertleri değil! Başkalarının derdi. Etraflarındaki hiçbir şeyi unutmuyorlar. İşinden haksız yere çıkarılan vatman, tamir edilmediği için yıkılan ev, çocuğuna iyi bakmadığı için ölümüne sebep olan komşu kadın, ayna taşı çalınan çeşme… Hepsini biliyorlar. Hepsini hatırlıyorlar ve birbirlerine hatırlatıyorlar. Biri öbürünü tamamlıyor, tamamlarken bir başkasını hatırlıyor.
Geçmiş senelerden ne mi kalmış git gör
Bülbül mü öter, bahçe mi kalmış git gör
Sarmış giderek ufku çimentoyla çelik
Can kaynağı bir çeşme mi kalmış git gör
Buranın soluk alması paraynandır. Şuradan bi serseri ge lir. "Serseri" dedimse bildigimiz "Adem Baba". Seni dirseldeyip önüne geçer de kenefin kapısını keser. Neden? Büyük su mu dö kecek? Hayır. Sıkışmaya getirecek de, içeri girme sırasını yüz paraya sana satacak. .. Hele utanmaz! Çeşme başları kalabalıksa, biri yanaşır. Ne o? Eline ibrikle su dökecek. Sevabına mı? HayıL "Yer kırk para!" Çömelmişsin mangalını yellernektesin. Yanaşır.
Bir ucundan da o yelpazeler. "Haydi işine," demedin mi "Yer iki kuruş". Yermezsen; kimin kimsen de yoksa, bagırmaya başlar.
Üstüne yürüsen, "Bana sulandı" karalaması hazır. ..
Evet Alicim, iki kapıdan geçtik. Bu üçüncüsü... İlki 'Bab-ı Hümayun'du. Sur-u Sultani'nin üzerindeki kapı. O kapı Acem usulüne göre yapılmış, yani İran tarzı, ikincisi az önce geçtiğimiz 'Bab-üs Selam', o da Frenk usulüne göre yapılmış. yani Avrupa tarzı. Önümüzdeki ise 'Bab-üs Saade. Bu kapı da Türk tarzına göre yapılmış. Yani bu üç kapı bize, sarayın, dönemin belli başlı üç uygarlığının, Acem, Avrupa ve Türk mimari kültürünün birleşmesinden oluştuğunu söylüyor. Ama aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu'nun, bünyesinde bütün kültürleri kapsayan büyük bir dünya devleti olduğunu da anlatıyor. Gördüğün her oda, her salon, her bahçe, her ağaç, her çeşme bir anlam taşır. Dini anlamlar, politik anlamlar, sosyal anlamlar. Bu binaların her köşesi çoğu acılarla dolu yüzlerce anıyı saklar, korkunç olaylardan oluşan yüzlerce hikâye anlatır."
Neşeniz, maskesini çıkarmış kederinizdir. Ve kahkahalarınızın yükseldiği bu çeşme, çoğu kez gözyaşlarınızla doldurulmuştur. Başka türlü nasıl olabilir?
Keder varlığınızda ne kadar derinleşirse, o kadar çok neşe barındırabilirsiniz içinizde.
" Ey mezar taşının çalınmasına razı olan ecdad, ey çalınan musluğunu bekleyen çeşme, ey sonsuzluğu unutan yollar, ey filizini koparana meyve veren ağaçlar ve ey taş yerine başımıza yağmur yağdıran gökler, söyleyin; biz hangi milletiniz?"
Türklerin ilk ceddi Türk Han yahut Ebülce Han’dır. Çadır yapmasını, iptida düşünüp icat eden bu zattır. Bunun Tutuk, Amlak, Barsacar, Çigil namında dört oğlu oldu. Türk Han’dan sonra yerine Tutuk geçti. Bu, bir gün geyik avlamıştı. Geyiği kebap ederken, bir parçası yere düştü. Meğer orası tuzla imiş. Kebap, tuzun verdiği çeşni ile gayet lezzetli
Ey arkadaş! Gel, şimdi bu cüz'iyatı bırakıp saray şeklindeki bu acib âlemin eczalarının birbirine karşı olan vaziyetlerine dikkat edeceğiz. İşte bak, bu âlemde o derece intizam ile küllî işler yapılıyor ve umumî inkılablar oluyor ki âdeta bütün bu saraydaki mevcud taşlar, topraklar, ağaçlar, her bir şey, birer fâil-i muhtar gibi bütün bu