331 syf.
9/10 puan verdi
Kör Gözler, Görmeyen Kalpler İnsanlığın Karanlık Yüzü
Saramago'nun Körlük romanı, adeta bir karanlık labirent gibi. İçine girdikçe, insanlığın en karanlık ve en aydınlık köşelerini keşfediyorsun. Aniden körleşmeye başlayan bir grup insanın hikayesi bu, ama sadece körlük değil anlattığı. İnsan nedir, toplum nasıl işler, ahlak nerede biter? Saramago, tüm bu sorulara cevap ararken, okuru da derin bir düşünceye sevk ediyor. Uzun bir roman, evet. Ama sayfalar akıyor, akıyor... Saramago'nun ustalığı bu olsa gerek. Karakterler o kadar gerçekçi ki, sanki sen de onlarla kör olmuşsun gibi hissediyorsun. Körlük sadece gözlerin görmemesini mi içeriyor? Hayır, hayır... Umudunu, sevgini, inançlarını da kaybetmek demekmiş meğer. Ama umutsuzluk yok bu romanda. Karanlığın içinde bile bir ışık var. "Doktorun Karısı" karakteri, adeta bir umut timsali. Gözlerini kaybetmeyen tek kişi o ve o da diğerlerinin hayatta kalması için elinden geleni yapıyor. İnsanlığın en güzel hali işte bu.
Körlük
KörlükJosé Saramago · Kırmızı Kedi · 2022103.7k okunma
170 syf.
10/10 puan verdi
·
Liked
Sevdiğimiz yazarlardan Murat Terlemez makale, tez ve elektronik yayınlardan tarayarak oluşturduğu bu güzel kitap futbol tarihi üzerine, futbol bilgisinden ziyade özellikle Türkiye'deki tarihi gelişimini ele alan yazarımız, daha önce hiç duymadığımız bilgileri derleyip bu kitapta toparlamış. Osmanlı Dönemi'nde futbolun doğuşuyla başlayan eser; o dönemde yapılan müsabakalar, futbol kulüpleri, futbol ligleri, futbol sahaları, futbol dergileri ve futbola dair ilkleri bizlerle paylaşmış. Özellikle futbolseverlerin ilgi ile okuyacağı bu kitapta enteresan bilgiler var. Bazı futbol takımlarının ilk amblemlerinin ve o dönemin dergi haberlerinin fotoğraflarını da paylaşması da güzel olmuş. Yapılan maçların uzunca bir skor listesini tek tek okuduğumu da itiraf ediyorum. Osmanlı' da hangi yıllarda futbol oynanmaya başlamıştır? İlk Türk futbolcusu kimdir? İlk Türk futbol takımının adı nedir? Osmanlı'nın ilk tescilli kulübü hangisidir? Bu ve daha birçok soruya cevap veren bu akıcı kitabı futbolseverler sevecektir.
Smyrna’dan Konstantiniyye’ye İşgal Pasları
Smyrna’dan Konstantiniyye’ye İşgal PaslarıMurat Terlemez · Perseus Yayınevi · 20239 okunma
Reklam
Harp Akademisi'nde bir subay. Henüz yirmi yaşında. Kendisini, ne olduğunu pek de anlayamadığı birtakım düşünce ve duygulara kaptırmıştır. Küskündür. İsyanlıdır. Neye ve kime karşı? Sorsanız pek de cevap veremez. Bir gün arkadaşlarından biri: - Sen kalk borusunda hiç uyanmıyorsun. Nöbetçi subay karyolanı sarsmadıkça kalkmıyorsun. Nen var senin? diye sordu. - Yatağa girdikten sonra uykuya dalamıyorum. Gözlerim sabahlara kadar açık. Tam uyuyacağım zaman da kalk borusu çalmak üzere. Bir gün asker hocalardan biri sınıfta öğrencilere bir mesele verdi: - Savaş nedir, artık biliyorsunuz, dedi, fakat bir de gerilla vardır. Bu kolay bir şey de değildir. Gerillayı yapmak da bastırmak da güçtür. Sonra bir misal üzerine öğrencileri imtihana çekti. - Osmanlı İmparatorluğunun devlet merkezi İstanbul. Farz ediniz ki şu veya bu sebepten Boğaziçi'nin doğu kıyısı ile İzmit Körfezi arasında halk devlete isyan etmiştir. Şimdi soruyorum: Halk böyle bir isyanı ne için yapabilir? Devlet bu isyanı ordusu ile nasıl bastırabilir? ''Bu suallere en iyi cevabı o uyumayan dalgın çocuk, Mustafa Kemal verdi. Çünkü aklı fikri çok zamandan beri böyle hayallere saplı idi.
Bu günlerde yaşanan her trajedi ya da doğal afetten sonra insanlar ellerindeki pankartlarla sokağa dökülüyorlar. Evlerinde hazırladıkları pankartlarının üzerinde tombul harflerle “Neden?” yazıyor ama bu insanlar sorularına bir cevap arıyor değillerdir. Depremin, toprağın derinlerindeki bir çatlaktan kaynaklandığını ya da cinayetin gözaltından fazlasıyla erken bırakılan bir seri katilin işi olduğunu biliyorlar. Pankarta “Neden?” yazmak “Bunun sebebi nedir?” diye sormak değildir; sorgulamaktan çok bir ağıttır bu. Dünyadaki akıl almaz bir akılsızlığa, çevremizde olup biten anlamsızlığa yapılan bir itirazdır.
«Meydanın yakınlarında el ele tutuşmuş iki kız çocuğu gördüm. Farklı üniformalar giymiş iki kız kardeş. Yanlarından geçerken birinin kör olduğunu fark ettim. Daha küçük olan, yaklaşık yedi yaşlarındaki, diğerini elinden tutmuş ona gördüklerini tasvir ediyordu: ağaçlar, akmayan bir çeşme, koşan bir köpek. "Sence köpekçiğin adı nedir?" diye sordu ablası. "Köpekçik," diye cevap verdi kardeşi. Dünyayı kardeşinin anlatımıyla tanıyan bir kız. Gördüğüm sevgiden başka bir şey değildi. Sonuçta ses başkası duysun diye yok mu? Ve aramızdaki bağı oluşturan hikâyeler değil mi? Diğerinin göremediği şeyi anlatmaya çalışmak sevgi dolu bir eylem değil mi?»
Sayfa 62
- Çocukluktan beri bana hayvanlara eziyet etmememi, merhametli olmayı öğrettiler; okuduğum bütün kitaplar da bunu öğretti ve sizin kahrolası savaşınızdan zarar görenlere öyle acıyorum ki canım yanıyor. Ama işte zaman geçiyor ve tüm bu ölümlere, acılara ve kana alışmaya başlıyorum; gündelik hayatta da daha duyarsız, daha tepkisiz olduğumu ve yalnızca en kuvvetli itkilere cevap verebildiğimi hissediyorum, ama savaş gerçeğinin kendisine alışamıyorum, esasen akılsızca olan bu şeyi anlamayı ve açıklamayı aklım reddediyor. Bir milyon insan bir yerde toplanıp edimlerine haklılık kazandırmaya çalışarak birbirini öldürüyor ve hepsi eşit derecede hasta ve hepsi eşit derecede mutsuz. Delilik değil de nedir bu?
Reklam
GEMİDE OL YETER! İSTERSE GEMİDEKİ PASPAS OL...
Esseyyid Abdülhakim Arvasi
Esseyyid Abdülhakim Arvasi
der ki: "Ahir zaman da imânı korumak çok zordur. Bir ânlık gaflet, sonsuz felâkete sebep olur. İmâm-ı Rabbanî (Kuddise Sirruh) Hazretlerine: "Bunun çaresi nedir?" diye soruyorlar. Mübarek tek kelimeyle cevap veriyor: - "Kim bu felâketten kurtulduysa, git onunla beraber ol. Ne okuduğun, ne ettiğin seni kurtarmaz Hiç kimse deryaları yüzerek geçemez. Mutlaka bir gemiye binmek zorundadır. O gemiye binmeyen yolun başında kalır. Gemi selâmetle limana ulaşırsa yalnız kaptan değil, içindeki herkes kurtulur. Geminin içinde bulunmak lâzımdır. Gemide ol yeter. İsterse gemideki paspas ol. İşte bütün mesele bu gemide olabilmektir. Kurtulanlarla beraber olmakta. Rabbim bizleri gemideki paspas olabilmeyi nasip eylesin. (Amin) Bu büyükler sonradan gemiden atacakları kişiyi (kişileri) baştan gemiye almazlar."
Bir gün Allah peygamberini çağırıp sormuş, saadet nedir? demiş. Her biri kendilerine göre cevap vermişler. Musa: Arzı Mev'uda gitmektir; İsa: Bir yanağına vurana ötekini uzatmaktır; Buda: Hayatta hiçbir arzusu olmamaktır, yollu şeyler söylemiş. Sıra bizim Muhammed'e gelince: "Saadet, hayatı olduğu gibi kabul etmektir..." demiş. Ne doğru söz! Hayatı olduğu gibi kabul etmeli ve ne ona bir şey ilave etmeli, ne de bir şey eksiltmeli...
"Savaş gece sona erdi. Sabah taze kar yağdı. Altında ölüler vardı... Birçoğunun kolları havaya kaldırılmıştı... göğe doğru... Bana soruyorsunuz: mutluluk nedir? Cevap veriyorum... Aniden ölülerin arasında yaşayan bir adam bulmak…”
Soru: Ortalama düzgün bir insanın konuşmaktan en çok zevk aldığı konu nedir? Cevap: kendisi. O halde ben de kendimden söz edeceğim.
Reklam
‘Hayat nedir?’ sorusuna böyle cevap vermişler. Dostoyevski "Cehennem” Sokrates "Izdırap" Nietzsche "Güç" Picasso "Sanat" Gandhi "Savaş" Peki sence "hayat" nedir?
1943 yılında Atsız yeniden dergi çıkarmaya teşebbüs eder. Atsız Mecmua'nın devamı olacak olan dergi Türk Sazı adını taşıyacaktır. İmtiyaz, Nejdet Sançar'ın eşi Reşide Sançar adına alınmıştır. Bayilerle anlaşmaları yapılan, Tasvir ve Cumhuriyet gazetelerinde ilanları çıkan dergi 15 Mayıs'ta dağıtıma verilmek üzere 14 Mayıs'ta
Hz. İsa’ya sormuşlar “Bu dünya denilen yerde en zor olan şey nedir?” diye. Hz. İsa cevap vermiş: “Anlamayana anlatmak.”
Sayfa 23
Gülümsetti.:)
"(Hanzala) Bir gün Medine sokaklarında düşünceli bir şekilde yürürken Hz. Ebû Bekir (ra) ile karşılaştı Hz. Ebû Bekir: 'Nedir bu hal ey Hanzala?' diye sorduğunda Hanzala: 'Hanzala münafık oldu.' cevabını verdi. Hz. Ebû Bekir: 'Bir mümin münafık olabilir mi ey Hanzala?' diye sorunca, Hanzala: 'Resûlullah'ın (sas) huzurunda bulunuyoruz. O bize cenneti ve cehennemi hatırlatıyor, sanki gözlerimizle görüyoruz. Fakat onun huzurundan çıkınca hanımlanmızla, çocuklarımızla ve onların işleriyle meşgul oluyoruz. Çok şeyi unutuyoruz.' diye cevap verdi. Hz. Ebû Bekir: 'Eğer bu münafıklıksa bu bende de var." dedi. Moral falan vermeden o da kendini muhatap saymıştı. Resûlullah'a gidip durumu anlattılar. Efendimiz şöyle buyurdu: 'Nefsim kudreti elinde olana yemin olsun ki! Huzurumda bulunduğunuz hâl üzere devam etseydiniz melekler döşekleriniz üzerinde ve yollarda sizinle mûsâfaha ederlerdi."
Sayfa 74 - Siyer Yayınları
1,500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.