Atsız Affediliyor: Af kampanyası nihayet neticesini vermiş, yukarıdaki yazı, rapor ve dilekçeleri de gören Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk 21 Ocak 1974 tarihinde Nihal Atsız'ı affetmiştir. Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Adalet Bakanı'nın imzalarının bulunduğu 13020 sayılı af kararının metni aşağıdadır: "1-Milli duyguları zayıflatmak için
…vermek güçlülerin işi aslında. İnsan vermekle kendi gücünü, iradesini, zenginliğini görür. Vermek, insanın içini coşkuyla doldurur. Pozitif psikoloji araştırmaları, insanı her * durumda mutlu edecek faktörün vermek olduğunu ileri sürüyorlar. Sevgi verebilmek, emek verebilmek, dikkat verebilmek, maddiyatından verebilmek... Tüm bunlar insanı çok mutlu edebilen şeyler. Vermekle insan, bir manada kendi canlılığına tanıklık ediyor. Severek aslında neden bu dünyada var olduğumuz sorusuna bir cevap vermiş oluyoruz
Reklam
03 Haziran 1972: Türkçüler Derneği Kurultayı MHP ile İlişkiler Kopuyor Türkçüler Derneği ile MHP arasındaki ilişki, 03 Haziran 1972 Cumartesi günü yapılan Türkçüler Derneği Kurultayı'nda kopmuştur. Kurultayda Muzaffer Eriş başkan, Orhan Tuncer ikinci başkan, Abdülhalûk Çay genel yazman, Erdoğan Saruhanlıoğlu genel yazman seçilmişlerdir.
Kraliçesi olmayan bir kovanda hayat artık bitmiştir ama üstünkörü bakıldığında o da diğer kovanlar gibi canlı görünür. Arılar, öyle güneşinin sıcak ışığı altında, kraliçesi olmayan kovanın etrafında, diğer canlı kovanların etrafında döndükleri gibi güle oynaya dönerler; bal kokusu yine uzaklara kadar yayılır, arılar yine içeri, dışarı uçarlar.
Sayfa 394Kitabı okudu
Atsız Tekrar Süleymaniye Kütüphanesinde: Atsız aleyhindeki konuşma ve yayınlar nihayet 1952 Mayıs'ında semeresini (!) verecektir. Olaylar şöyle gelişir: "Türk Milliyetçiler Derneği, 3 Mayıs kutlamalarına katılması ve bir konferans vermesi için Atsız'ı Ankara'ya davet etti. Konferansın konusu 'Devletimizin Kuruluşu'
Bayar niçin İttihatçılığın yüz karasıdır? İşte bu sebepten:
10 Mayıs tarihli Cumhuriyet gazetesindeki haberinde Mekki Sait Esen ise "sağ ve sol tahriklere karşı yeni tedbirler" den bahsediyor; bu konuda CHP ile DP arasında "müşavere yapılması"nın beklendiğini söylüyor; Menderes ile CHP Meclis Grubu başkanlarından Avni Doğan'ın bir görüşme yaptığını belirtiyor ve konu hakkında daha tafsilatlı bilgiler veriyordu: "... Bu arada devamlı şekilde politika ile uğraştığı ileri sürülen Milliyetçiler Derneği hakkında takibata geçilmiştir... Gene bu derneğin tertibi ile Ankara'da bir lisedeki konuşmasından dolayı Haydarpaşa lisesi öğretmenlerinden Nihal Atsız, öğrendiğimize göre, Bakanlık emrine alınmaktadır. Kendisi ile görüştüğümüz Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri hadise dolayısı ile gerek öğretmen, gerek Atatürk lisesinin salonunu bu tertibe açanlar hakkında gerekli soruşturmanın yapıldığını teyit etti. [Nejdet Sançar'ın verdiği bilgiye göre, “Başmüfettiş İrfan Alıcıoğlu tarafından yapılan soruşturma sonunda, Atsız'ın konferansının ilmî bir konuşma olduğu anlaşıldı. Bu hadise ile zamanın Cumhurbaşkanı Celal Bayar da alâkadar olmuştu.” Bakan Tevfik İleri, teftiş sonunda, konferansta suç unsuru bulunmadığını bildirince Bayar “Ben bilmem. Çoluk çocuğu aç kalsın ki, aklı başına gelsin!" diye diretmiş. İleri, “Beyefendi! Bu gençler, hiç değilse Halk Partisi'ne karşılar." deyince de Bayar "Onların Halk Partisi'ne karşı oldukları yerde ben Halk Partisi ile beraberim." diye cevap vermiş (Ötüken 109, Ocak 1973: 9).]
Reklam
Sevgili Bilge, Bana bir mektup yazmış olsaydın, ben de sana cevap vermiş olsaydım. Ya da son buluşmamızda büyük bir fırtına kopmuş olsaydı aramızda ve birçok söz yarım kalsaydı, birçok mesele çözüme bağlanmadan büyük bir öfke ve şiddet içinde ayrılmış olsaydık da yazmak, anlatmak, birbirini seven iki insan olarak konuşmak kaçınılmaz olsaydı. Sana durup dururken yazmak zorunda kalmasaydım. Bütün meselelerden kaçtığım gibi uzaklaşmasaydım senden de.
Sayfa 385Kitabı okudu
Bülbül bir gün kırlangıca, "Sen de benim gibi insanların yanında kalsana!" demiş. "Hayır, bu imkansız," diye cevap vermiş kırlangıç ağlayarak. "Eskiden yaşadığım kötü anıları hatırlamak istemiyorum, bu yüzden kalkıp çöllere göç ediyorum."
"Sevgili Bilge, bana bir mektup yazmış olsaydın, ben de sana cevap vermiş olsaydım. Ya da son buluşmamızda büyük bir fırtına kopmuş olsaydı aramızda ve birçok söz yarım kalsaydı, birçok meselenin çözümüne bağlanmadan büyük bir öfke ve şiddet içinde bulunmaktayken yazmak, anlatmak, birbirinin yedi iki insan olarak ele alınması kaçınılmaz olurdu. Sana, sırasında dururken yazmak zorunda kalmasaydım. Bütün meselelerden kaçtığım gibi uzaklaşmasaydım senden de.."
Rahmetli Atatürk, sık sık Ankara’ya çağırdığı şair yahya Kemal beyatlı’ya sormuş:”Ankara’nın nesini seversin?”diye.İstanbul aşığı şair cevap vermiş:İstanbul’a dönüşünü!”
Reklam
Demek ki meselenin merkezinde buyruk veren gücün buyruk alışı yatıyor. Buyruk veren güç buyruk verme hakkını korumak için buyruk alıyor. Buyruk verme hakkının tartışılmasını istemediği için de buy­ruğun muhtevasının tartışılmasına izin vermiyor. Buyruğun muhtevasını tartışamayan millet buyruğa uymak suretiyle bir çıkış yolu arıyor. Tıpkı sokak lam­basının altında kaybettiği anahtarı arayan adam gibi. Adama anahtarı nerede düşürdüğünü sorduklarında, bulunduğu yerin biraz ötesini göstermiş. Peki, neden anahtarı düşürdüğün yerde aramıyorsun demişler. Adam "orası çok karanlık, hiç birşey görünmüyor" diye cevap vermiş. Biz de öyle yapıyoruz şimdi. "Tâbi-metbû ilişkisini tartışmamız yasak. Biz de yasak ol­mayan şeyleri tartışıyoruz. Daha doğrusu yasakçının yasakçı vasfına dokunmadan konuşuyoruz. Düşünceler serfediyoruz, ama düşünce özgürlüğünü elde etme ko­nusunu dışta bırakarak. Politik atılımlar peşindeyiz, ama yasaklı politika yapmayı peşinen kabullenerek. Kimliğimize sahip çıkmak istiyoruz, ama kişiliğimizi geliştirme imkanlarını feda ederek.
Sevgili Bilge, Bana bir mektup yazmış olsaydın, ben de sana cevap vermiş olsaydım. Ya da son buluşmamızda büyük bir fırtına kopmuş olsaydı aramızda ve birçok söz yarım kalsaydı,birçok mesele çözüme bağlanmadan büyük bir öfke ve şiddet içinde ayrılmış olsaydık da yazmak, anlatmak, birbirini seven iki insan olarak konuşmak kaçınılmaz olsaydı. Sana, durup dururken yazmak zorunda kalmasaydım. Bütün meselelerden kaçtığım gibi uzaklaşmasaydım senden de.
Sevgili Bilge, bana bir mektup yazmis olsaydin, ben de sana cevap vermis olsaydim. Ya da son bulusmamizda büyük bir firtina kopmus olsaydi aramizda ve birçok söz yarim kalsaydi, birçok mesele çözüme baglanamadan büyük bir öfke ve giddet içinde ayrilmis olsaydik da yazmak, anlatmak, birbirini seven iki insan olarak konusmak kaginilmaz olsaydi. Sana, durup dururken yazmak zorunda kalmasaydim.
Saramago tarzı :)
Anlatıcının, boş oy kullanmaya karar vermiş bu şehrin bu hiç görülmemiş hikayesini iyi bir sona nasıl taşıyacağından hiç bu kadar emin olmadığını ve sonuç olarak, cumhurbaşkanı ile başbakan arasındaki şiddetli laf atışmasının, mutlu sonla bitse de, onun için ekmeğin bala düşmesini görmek olduğunu itiraf etmek gibi alışılmadık bir açıkyüreklilik göstermesi hariç, bu sorulardan herhangi birine bu okuru tamamen hoşnut kılacak bir cevap bulmak güçtür. Yazarın, olmamış olsa da olabilecek olan üzerinde değil, olmuş olsa da olamayacak olan hakkında sebepsiz açıklamalarda bulunmak üzere karmaşık anlatı akışını hiç uyarısız terk etmesi başka nasıl açıklanabilir.
Sayfa 185Kitabı okudu
1,500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.