kelebekler kendi kanatlarını göremiyor ya hani, diğer kelebeklerin kanatlarını görüp bunu düşünüyorlar mıdır. tamam yani, biliyorum düşünmediklerini, emin olmamakla birlikte. ama böyle bir şey olsa güzel olmaz mıydı. kendi güzelliklerini göremeyip, diğer bir kelebeğin kanatları uğruna ölmeyi düşünmek. vazgeçtim. güzel falan olmazdı. fazla insansı.
Yıldızların oyun saati. Akrebin zehri doluyor yelkovanın üzerine. Vakti melekler sırtında taşıyor. Ellerimi gecenin yumuşak karnında gezdiriyorum. Doğmamış çocuğu hissetmeye çalışıyorum parmak uçlarımda. Bir tren garının rutubet kokan odasında, zamansız tarifelere aldanmış, tutkularımızın trenini bekliyoruz. Bir anne ölmüş ya da bir yaprak düşmüş olmalı. Duvarların soğuk yüzünden gözyaşları sızıyor. Ölümün çığlığından korkup, kahkahanın örümcek ağından mağarasına giren bir palyaço kadar çaresiz, duvarın bir köşesine sinmiş başımı ellerimin arasında saklıyorum. Yaşlı bir adamın ellerini andırıyor sokaklar.
Biliyorum, gitmeliyim.
sokaklarda dolaşıp geri dönüyorsun sadece. gitmiyorsun. biliyorsun, gitmen gerek. ama gitmiyorsun. ya da gidemiyorsun, kim bilir. burada kararları sen vermiyorsun. zamanı sırtında taşıyan melekler aynı zamanda da sürekli gözünün önünde, elinde de zehirli bir yelkovan, saplıyorsun hepsine. tek tek. öldürüyorsun, zamanı taşıyan melekleri. hepsini. pişman oluyorsun sonra. olmayan o cesetlere bakıyorsun, elindeki yelkovana, sonra elindeki asla çıkmayan kire. ilk defa yapmıyordun bunu. ne zamandan beridir yaptığını bilmiyorsun, bunları hatırlamayalı çok oldu. ama ilk defa olmadığını biliyorsun. içindeki pişmanlığın basamaklarına her defa daha fazla tırmanıyorsun çünkü. geri dönüyorsun, yapacak bir şeyin yok. ağlamıyorsun artık, ama duvarların gizlice gözyaşı akıttığını hissediyorsun. gülüyorsun. biliyorsun, gitmelisin.