Bir çocuğun önce doğmasını bekliyorlar,
Sonra yürümesini, konuşmasını, büyümesini...
Zaman ilerliyor, bu defa para kazanmasını,
Kanunlara saygı göstermesini,
İnsanları sevmesini, aldanmasını, aldatmasını bekliyorlar.
Ve sonra ölümü bekleniyor insanoğlunun.
Ya o? Ya o?
İnsanlardan dostluk bekliyor, sevgilisinden sadakat,
Çocuklarından saygı ve bir parça huzur bekliyor,
Saadet bekliyor yaşamaktan.
Kitap bir ailenin dört kuşağını ele alır, bireylerin, yası işler. Baş kahramanın ablasının ölümü ile başlayan ölümlerin devamı ile hemen hemen her şeye değinmeye çalışıldığından ve tarih sıralaması olarak geçmişe - günümüze sürekli ağır şekilde geçildiğinden kafa karıştırıcı olaylar silsilesi gerçekleşiyor.
Çocukları için birarada duran iki kişinin çocuklarına bir boşluğu miras bırakması, hiçbir karakterin mutlu olamaması, bu durumda kitapta fazlaca zorlama geldi.
Kitap kahramanı Marco’nun kızı Adele’nin ölümü sırtında bir ip olduğunu düşünen, psikolojisi bozuk bir çocuğun büyüyüp sırtındaki ipin kopuşuyla ölmesi, Marco'nun, öldürdüğü babası gibi ölmesi…
Kitap çok fazla yas içerdiği için kesinlikle çok daraldım okurken.
"sen bir sinekkuşusun çünkü sinekkuşu gibi tüm enerjini olduğun yerde kalmaya harcıyorsun. tam olduğun yerde kalabilmek için saniyede 70 kez kanat çırpıyorsun. bu konuda mükemmelsin. dünyada ve zamanda durabiliyorsun, çevrendeki dünyayı ve zamanı durdurabiliyorsun, hatta bazen de geri geri uçma yeteneğine sahip sinekkuşu gibi zamanda yeniden yükseliyorsun ve kaybettiğini yakalıyorsun."
Bu kitap için kesilen tüm ağaçlardan insanlık adına özür diliyorum. Muhtemelen otel olmak için yanmayı buna tercih ederlerdi. Neyse ki ağaçlar okumayı bilmiyor, yoksa durumu izah edemezdik.
“Yetişkinler kendi kötülüklerine güzel adlar vermeyi uygun görürler. Oysa çocuk, tutunacağı böyle bir dal olmadığı için güvenlikten yoksundur.”
“ Savaşı unuttuğumuz oluyordu. Ardı arkası kesilmeyen ölümü kanıksamıştık. Ölüm, günlük konuşma konusuydu.”
“ Önceden bu kadar çok barut, mermi üretilmeseydi savaş olmazdı. Her şey amacına ulaşmak
Ayrılık diye bir şey yok.
Bu bizim yalanımız.
Sevmek var aslında, özlemek var, beklemek var.
Şimdi neredesin? Ne yapıyorsun?
Güneş çoktan doğdu.
Uyanmış olmalısın.
Saçlarını tararken beni hatırladın, değil mi?
Jean-Paul Sartre : Pardon Monsieur?!?!? Kime itaat edecekmişim? Ona itaat edeceğim mi düşünülüyormuş?!! Benden ciddi ciddi bunu mu umuyorlarmış?!!
Karşımda büyümüş de küçülmüş bir adam duruyordu. Boyu posu henüz serpilmemiş, ufak yaşına göre pek olgun tavırlar sergileyen bu küçük akil adamın yaşı ile tavırları arasındaki ters orantıya neyin sebep
Ayrılık diye bir şey yok. Bu bizim yalanımız. Sevmek var aslında, özlemek var, beklemek var. Şimdi nerdesin? Ne yapıyorsun? Güneş çoktan doğdu. Uyanmış olmalısın. Saçlarını tararken beni hatırladın, değil mi? Öyleyse ayrılmadık. Sadece özlemliyiz ve bekliyoruz.
Zamanı hatırlatan her şeyden nefret ediyorum. Önce bekle- mekten. Ömür boyunca ya