Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Yine sırf iş olsun diye birkaç saniye boyunca kaşlarımla dudaklarımı yukarı doğru kaldırıp düşünüyormuş gibi sustuktan sonra, bakışlarımı başkanın hâlâ durulup sakinleşememiş güzelim mavi gözlerine âdeta çivileyerek, öncelikle az önce beni onlarca dikkatli, saygın tanığın önünde zımnen de olsa tehdit ettiği
Bir şeyi daha söylemeliyim. Onu evlenmeden önce de tamm yordum ve ona âşık olduğumu o zaman da söylemedim. Bunun acısını ölene dek taşıyacağım. Bunu hakkediyorum çünkü. Ona aşkımı neden söylemediğime gelince filmlerden apartma bir ideyle, onun benimle mutlu olabileceğine inanmıyordum. Yani ona çok yakın olursam zarar vereceğimden korkuyordum. Uzakta durursa aşkımdan zarar görmez. Birlikte yaşanması güç bir adam olarak, dünyası karmaşadan kurtulamayan bir adam olarak, son derece iyi bir aile yaşantısı olan ve fazlasını hakkeden onu, kendime karşı koruyordum. Şu an evli olduğu adamla evlenmesine, birlikte olmasına göz yumdum. Biliyorum ki, bunu istemeseydim asla olmazdı. Ancak düzenli bir hayatı olan, iyi bir işi ve ailesi olan, onu koruyacağından emin olduğum o adamla evlenmesine razı oldum. Bunun aptalca olduğunu biliyorum. Benimle birlikte olmak pahasına her şeye göğüs gereceğinden de eminim. Kendi kendimin korkusu olmuştum. Gittiğim her yere bu belayı taşıyordum. Onu korumam gerekiyordu ve yaptım. Sonuçta müşfik, iyi niyetli, onu seven bir adamla evli. Ama ona olan aşkımdan da emin. Böyle saçma bir durum işte...
Reklam
bütün evrende geçerli olan bir kural vardı: 'Eğer birini kendi tarafına çekmek istiyorsan, yapman gereken şey acısını dindirmekti.' Çok saçma geliyor şimdi bu mantık. Ama hakikat aslında daha bile saçma, kendime bile itiraf edemeyeceğim kadar da tehlikeliydi. Birinin canını yakmıştım, şimdi başka birini iyileştirerek bunu telafi etmek istiyordum.
-İşte Sisifos'un cezası buydu. Geriye düşeceğini bildiği halde taşı sonsuza kadar o tepeye taşımak. Sonra aşağıya düşüşünü seyretmek ve tekrar ve tekrar… -Ama bu… Ama bu… Bu çok anlamsız! -Cezayı korkunç kılan da işte buydu çocuğum; anlamsız olması… Bulunduğun hale, yaptığın işe, başına gelenlere, olanları ya da olmayanları saçma bulmak ve bir anlam verememek o kadar acı verici bir şeydir ki Çaylak, insan bu acıdan onu kabullenmekle de kurtulamaz. Kabullenmek, bizi anlamsızlık karşısında büsbütün ümitsiz ve çaresiz bırakarak, acımızı daha da artırır. -Bu durumda olmaktansa gübre böceği olmayı milyon kere tercih ederdim...
" Çok saçma değil mi! Tarih kitapları insanlığın 3500 yıldır var olduğunu söylüyor ama Göbekli Tepede yapılan kazıda ortaya çıkan şehrin milattan önce 10.500'lere ait olduğu ispatlandı," diyen Ali tartışmaya son noktayı koymaya çalışırken Can Manay pes etmeyecekti, lafa girdi: " Dünyanın ücra köşelerinde çok daha eskilere dayanan yerleşim yerleri bulmak uygarlık olduklarını göstermez.
Mahpusların hastalıkları sırasında bile cezalarını çektiklerini söylüyorum, ama bu usulün onlara verilen cezaların bir başka şekli olduğunu o sıralar tahmin etmiyordum, hâlâ da etmiyorum. Şüphesiz böyle bir düşünce saçma bir suçlama olurdu. Resmen, hastaların cezalandırılması diye bir şey yoktu. Şu halde belki de çok zararlı, kötü sonuçlar veren bu tedbire acı, mutlak bir zaruret yüzünden başvuruluyordu. Ama neydi bu zaruret? Ne yazık ki, gerek bu, gerek birçok başka anlaşılması güç, hatta sebebi belirsiz bazı tedbirleri doğuran zaruretleri mantıkla açıklamak imkânsızdır. Peki, bu faydasız gaddarlığı nasıl açıklamalı? Mahpus hastalık bahanesiyle doktorları aldatarak hastaneye gelecek, gece helaya çıkıp karanlıktan yararlanarak kaçacak mı? Bu düşüncenin ne kadar saçma olduğu açıktır. Nereye kaçacak? Nasıl kaçacak? Neyle kaçacak? Gündüzleri birer birer çıkmaya izin veriyorlar, gece de aynı şey yapılabilirdi.
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Reklam
Barbaros Bey parayı doğrudan kediye değil, ölümünden kısa bir süre önce kurduğu Albatros Vakfı'na bıraktı. Her kuruşunu. Ve aynı vasiyette, vakfın yönetim kurulu başkanı olarak kedisi Şeytan'ı halefi olarak gösterdi." "Ama bu çok saçma," dedim. "Niye böyle bir şey yapsın ki?" "Kim bilir?" dedi Ercan iki avcunu iki yana açarak. "Demin kendin de söyledin ya, eksantrik bir adammış rahmetli." "Bence tamamen eğlence için," diye harikulade bir dudak büzüşle fikrini belirtti Sanem.
"Sizi en yakın çalışma arkadaşınızla tanıştırayım: Sanem Hanım." Sanem Hanım. Sanem. Evlen benimle Sanem. Kadınım ol benim. Yaşadığım tüm acıları, yaptığım bütün kötülükleri, pişmanlıklarımı, hatalarımı akla. Başına çiçekten taçlar yapayım, sana şiirler yazayım, seni her gece masallar anlatarak uyutayım. Bazı akşamlar DVD'de film
Kişi yaptığı iyi bir işin kötü ya da uğursuz sonuçlarından sorumlu mu­ dur? Baştan kötü olduğunu, ama içinden kimseyi incitmeden sıyrılacağım bildiğin bir işi yapmak daha iyi değil midir? Ben'de yaşadım böylesi iç çatış­ malar. Vicdanımızın sesini dinlersek -bence vicdan aklın en yüksek aşama­ sıdır; akıl içinde akıldır- yanlış ya da saçma davrandığımız kanısına kapıla­ biliriz. Birtakım çok yüzeysel kişiler, sırf daha aklı başında ve çok daha ba­şarılı oldukları için bizimle alay ettiklerinde özellikle bozuluyoruz... Evet, kimi kez zor oluyor o zaman; ve kimi zaman koşullar, zorlukları aşılmaz dal­galar haline getirdiğinde, insan nerdeyse kendisi olmaktan acı duyuyor, keşke daha az vicdanlı olsaydım diyebiliyor.
Son satırdaki soyadı meselesi çok şükür düzeldi, kaldı diğeri :-)
“Kadınların doğunca baba kütüğüne, evlenince koca kütüğüne taşınmasını; boşanmayla tekrar baba kütüğüne taşınmasını; nüfustaki yerinin bile bir erkekle ilişkisine göre belirlenmesini saçma buluyorum. “Yok, illa ki kadınlar ayrı kütüğe kaydedilsin,” demiyorum, ama en azından baba kütüğünde sabit kalmak, kendi soyadımızı kocalarımızınki eklenmeden kullanabilmek hakkına sahip olmalıyız.”
İnkılâpKitabı okudu
1.000 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.