Sık sık acı çekmenin hayatın özünde olduğu ve bu yüzden, dışarıdan üzerimize yağmadığı ve herkesin daimi kaynağını içinde taşıdığı gerçeğine gözümüzü kapatırız. Tam tersine, sürekli özel bir dışsal sebep ararız,sanki bizi hiç bırakmayan acıya bir bahaneymiş gibi,tıpkı özgür bir adamın,bir sahibi olsun diye kendisi için yarattığı bir idol gibi.
“Dâhiler insanları kullanır, bu böyledir.” (137)
(137) Jochen Schmidt, Die Geschichte des Genie-Gedankens in der deutschen Literatur, Philosophie und Politk 1750-1945, Universitätsverlag, Heidelberg, 2004, 2 Cilt; Goebbels alıntısı, Cilt 2, s. 207.
Açlığı ve susuzluğu hissettiğimiz gibi arzuyu hissederiz ama doyurulur doyurulmaz yenmiş dolu dolu yemek gibidir ve yutulduğu an hislerimiz için yok olur. Hazların ve zevklerin kaybını,ortaya çıkmayı başaramadıkları an acı çekerek hissederiz ama acılar uzun zaman varolduktan sonra, yok olurken bile yoklukları doğrudan hissedilmez ve en fazlası tefekkür yoluyla bilinçli bir biçimde haklarında düşünülür. Bu yüzden,kendilerini ifşa ederler. İyi hissediş ise tam tersine sadece olumsuzdur.
İyimserlik sadece yanlış değil yıkıcı da bir doktrindir çünkü hayatı arzulanabilir bir durummuş ve insanın mutluluğu onun amacı ve hedefiymiş gibi sunar. Bu noktadan başlayarak ,herkes mutluluğa ve zevk hakkındaki en meşru hakka sahip olduğuna inanır. Eğer onun payına bunlar düşmezse,adaletsizlikten çektiğine inanır ki aslında varoluşunun esas anlamını kaçırır.