Kavram oluşumu problemi, mantığa ve dil felsefesine çok yakın biçimde temas eden bir noktaya işaret eder; hatta bu noktada onlar ayrılmaz bir birlik halinde birbirine karışmış gibi görünürler. Bütün mantıki kavram analizleri, en sonunda kavramların incelenişinin isimlerin ve kelimelerin incelenişine geçtiği bir noktaya dayanmış görünür. Mantıki nominalizm kavram ve kelime problemini tek bir problem halinde daraltır. Bu anlayışta kavramın içeriği kelimenin içeriğine ve işleyişine devredilir. Böylece nominalizmde doğruluğun kendisi mantıki değil, daha ziyade dilsel bir belirleme haline gelir: veritas in dicto, non in re consistit. Doğruluk şeylerin kendisinde, hatta fikirlerde bulunabilen bir uzlaşmaya değil, kesinlikle işaretlerin, özellikle ses işaretlerinin bağlanışıyla ilişkili olan bir uzlaşmaya karşılık gelir. Kesin bir "saf' dilsiz düşünme, öncelikle konuşmada ve konuşma vasıtasıyla meydana getirilen doğru ve yanlış karşıtlığını tanımayacaktır. Bu takdirde burada kavramınkaynağı ve geçerliliği sorusu zorunlu olarak kelimenin kaynağı sorusuna dayanır: Kelime anlamlarının ve kelime sınıflarının oluşumunun araştırılması, kavramın içkin anlamını ve onun bilgininin şasındaki fonksiyonunu açıkça anlaşılır hale getirmek için biricik vasıta olarak ortaya çıkar
Mekan düşüncesinden zaman düşüncesine ve her ikisinden tekrar sayı düşüncesine geçildiğinde, bu noktada özellikle seyir çevresi tamamlanmış gibi görünür. Fakat aynı zamanda her yeni adımla, gittikçe bu çevrenin dışına işaret edildiği de görülür. Çünkü bu ilerlemede her zaman, yakalanabilir ve kavranabilir formların dünyası geri çekilir ve onun yerine yeni bir dünya, akılcı ilkelerin dünyası aşamalı olarak inşa edilir. Sayının "varlığı'', sayıyı gerçekten felsefi ve bilimsel olarak keşfeden Pythagorasçılar tarafından bu anlam da belirlenir. Proklos, Pythagoras ile ilgili olarak, onun ilkönce tümdengelimli şekilde geometrinin ilkelerini araştırmak ve geometrinin temel önermelerini maddesiz ve saf düşünsel bir biçimde tasvir etmek suretiyle, geometriyi bağımsız bir bilim mevkiine yükselttiğini övgüyle ifade eder
Dil kendine açılan her yeni anlam çerçevesi için yeni bir ifade vasıtası oluşturmaz; tersine, dilin gücü işte belirli bir verili malzemeyi farklı şekillerde biçimlendirmeye, bu malzemeyi içeriksel olarak değiştirmeksizin, başka bir görevin hizmetine vermeye ve böylelikle malzemeye yeni bir zihinsel form damgalamaya muktedir olmasından ibarettir.
Sahip olduğumuz bütün fikirler, ya bizim dışımızdaki duyusal nesnelerden, ya da zihnimizin bizim doğrudan bilincinde olduğumuz içteki etkinliğinden doğarlar
Yeni bir kavrayışta karşıtlık, "kültür" ve "yaşantı" arasında sürekli bir gerilim olarak ve bir çatışma olarak kendini gösterir. Çünkü kültürün, sürekli ilerleyen "oluşturma" ve biçim verme sürecinde oluşturduğu şeylerin hepsi, bizi hayatın özgünlüğünden giderek uzaklaştıran şeyler olmaya mahkum olur. Zihin,
Her doğrudan duyumlara ve algılama olayın dan, bizzat bu gerçekliğin ifade vasıtası, nakil aracı olarak kullanılması için, bilincin kendine özgü bir etkinliği, bağımsız bir şekillendirme biçimi ortaya çıkar. Bu etkinlik ve şekillendirme tarzı, bütün doğrudan duyumlama ya da algılama olgularından farklıdır. Bunun için, bizzat bilincin temel
Geleneksel psikolojik kavram dilinde, psikoloji modern "Gestalt Psikolojisi"ne geçerken duyumcu kavrayışın kabullerinden ancak kurtulduğu için, bu şey-durumunun anlatımı konusunda tam isabetli bir ifade hemen hiç sunulmamıştır. Bütün nesnelliği "yalın" izlenimde sona erdirmiş olan söz konusu duyumcu yaklaşım için her
Modern dil felsefesi, dile, felsefi bir bakışa gerçek bir hareket noktası bulmak için nasıl "içteki dil formu" kavramını yerleştiriyorsa, aynı şekilde benzer bir "içteki form"un bilimsel bilgi ve sanat için, mitos ve din için de kabul edilebileceği ve aranabileceği söylenebilir. Ve bu form, doğrudan doğruya, bu alanların tek
Düşüncenin kesin olarak dayandığı ve vazgeçemeyecek gibi göründüğü bir olan varlık, kendi gerçek formunu tahrip etmeksizin bilginin alanından yavaş yavaş çekilir. "Kendinde şey" olarak varlık, kendi metafiziksel birliğini çok sıkı biçimde korudukça, aynı ölçüde bilmenin tüm imkanını uzaklaştıran ve nihayet tümüyle bilinemezlerin
Dünyanın bilimsel yoldan bilinmesinin genel temellerini doğrudan araştırmak yerine, dünyayı "anlama"nın farklı temel formlarının bir diğeri karşısında sınırları belirlenmeli ve onlardan her biri kendine özgü eğilimi ve kendine özgü zihinsel formu içinde mümkiin olduğu kadar net biçimde kavranmalıdır. Öncelikle eğer zihnin böyle bir "formlar öğretisi" en azından ana hatları içinde belirlenirse, ayrı ayrı kültür bilimleri disiplinleri için açık ve güvenilir bir metodik bakış ve temellendirme ilkesinin bulunabileceği ümit edilebilir. Doğabilimsel kavram ve yargı oluşumu -ki doğanın "nesne"si kendi en temel ana hatları içinde bu vasıtayla belirlenir ve böylece kendi sınırlanmışlığı içindeki bilgi "nesnesi" bilgi fonksiyonuyla kavranır- ile ilgili öğreti, saf öznellik alanı içinde benzer bir belirlemeyi gerçekleştirmek zorundadır.