Sevgiliye dedim ki; ey güzeller padişahı, bu garibe acı; dedi ki: Yoksul garip, gönül havasına uyar, gönül peşine düşerse yolunu azıtır gider.
Bir an olsun dur, geçip gitme dedim. “Evde yetişen, yabancılarla düşüp kalkmayan bir kişi bu kadar garibin derdine nasıl takat getirebilir?” dedi.
Garip, dikeni döşek edinir, taşı yastık yaparmış. Padişahın üstünde yattığı sincap kürküne yan gelmiş uyumuş olan bir nazeninin umurunda mı?
Ey zincire benzeyen saçları, bunca aşina âşıkın mekânı olan sevgili, kızıl yanağına öyle misk gibi simsiyah ve eşsiz ben ne de güzel yaraşmış.
Sevgili, ay gibi yüzünde şarabın aksi, ağustos gülü üzerinde erguvan yaprağının eşsiz güzelliği gibi görünmekte.
Nigâristanda misk gibi nakışlara şaşılmazsa da senin yanağının etrafında o karınca gibi ince nakışlar pek şaşılacak bir güzellikte!
Alnına dökülen ve gece renginde olan saçları garipler akşamı dilber, bu garip, seher çağlarında ağlayıp inlerse bu ağlayıştan, bu inleyişten çekin, dedim.
Dedi ki: Hafız, aşinalar bile hayret makamındayken senin gibi garibin hasta ve miskin bir hale düşmesinden daha tabiî ne olabilir?