Genelde kadınlarda HDL seviyesi erkeklerinkinden daha yüksek, HDL ve LDL molekülleri de erkeklerden daha büyüktür. Kadınlarda kalp ve damar rahatsızlıklarının daha az görülmesinin ve kadınların erkeklerden daha uzun yaşamalarının nedeni bu olabilir. Çünkü küçük LDL molekülleri damar dokusuna kolay girer ve daha sıkı bağlanır. Kolesterolün bu şekilde damarların cidarında birikmesi, damar sertliğine ve ileri dönemlerde damar tıkanıklıklarına neden olur. Küçük LDL'nin daha kolay okside olması da kalp ve damar hastalıklarında tetikleyici etki yapar.
Paranthropus robustus daha çok yumru kök bitkiler ve sebzelerle beslenmeyi seçti. Kafatası kalıntıları, geniş ve güçlü çene yapıları ve dişleri sayesinde toprak altında korunan, özellikle karbonhidrat kaynağı olan bu tür bitkileri öğütmeye adapte oldukları izlenimini vermekte.
Reklam
MTP kolesterol metabolizmasında rol oynayan bir proteindir. Kolesterolün kalp ve damar hastalıkları açısından önemi düşünülünce MTP'nin uzun ömürlülüğü belirlemede önemli olması mantıklı görünüyor. Nitekim asırlıkların çocukları, kalp ve damar hastalıklarına çok daha geç yaşlarda yakalanıyordu. Asırlıkların %88'i ise bu hastalıklara ya hiç yakalanmamış ya da 80'li yaşlardan sonra yakalanmıştır.
Daha da önemlisi, akciğer kanserine yakalanma riskinin, kadınlarda erkeklere göre üç kat daha fazla olduğunun bulunmuş olmasıdır. Bilimsel veriler, bu artışa kadınlık hormonunun (östrojen) neden olabileceğini gösteriyor.
İnsanlık olarak, nükleer enerjiyi hastalıkların tedavisi ve enerji ihtiyacımızın karşılanması gibi güzel amaçların yanı sıra yüzbinlerce insanı öldürmek ve yaşadıkları şehirleri, üzerinde yıllarca bitki büyüyemeyecek topraklara ve yıkıntılar dönüştürmek için de kullandık.Umarım bilgi ve kültür seviyemiz, böyle bir felaketi genetik mühendisliği devrimi ile de yaşamamızı engelleyecek düzeydedir.
Epigenetik değişiklikler, DNA'nın yapısında değil genlerin çalışmasında meydana gelen değişikliklerdir. Bu çalışmalarla, yediğimiz yiyecekler de dahil, yaşam süresince maruz kaldığımız bütün çevre şartlarının genlerimizin çalışması üzerinde önemli etkileri olduğu gerçeği de gün ışığına çıkmış oldu.
Reklam
Uygun olmayan yaşam koşullarında her şeyi askıya almak ve şartların düzelmesini beklemek en akılcı yol olacaktır.
Haritanın tamamlanmasınfa çok önemli rolü olan Eric Lander'in dediği gibi "Gen haritasının elimizde olması, büyük bir hangarın tabanına yayılmış, en küçük parçalarına kadar ayrıştırılmış halde bir yolcu uçağına ve o uçağın kullanma kılavuzuna sahip olmaya benziyor. Gen haritasındaki bilgiyi anlamlandırmak, sağlık ve hastalıkta nelerin doğru ve nelerin yanlış gittiğini anlamak, kullanma kılavuzuna bakarak o parçaları bir araya getirip uçağı yeniden monte etmeye benzeyecek." İnsanı insan yapan bütün bilgi önümüzde, ama onu yorumlamak ve anlamlandırmak uzun yıllarımızı alacağa benziyor.
Gen tedavisi çok basit anlamı ile, mutasyona uğramış bir genin sağlıklı kopyasının organizmaya aktarılarak genetik bozukluğun düzeltilmesi demektir. Hastalığa neden olan gen ve o gendeki mutasyon (hata) belirlendiken sonra, hata taşımayan gen hastaya aktarılarak hastalık tedavi edilecektir. Örneğin fren görevi yapan kanser önleyici genler, kanserli dokuya aktarılarak kanserin ilerlemesi önlenebilecek, tedavi sağlanabilecektir.
Türkçede 29 harf olmasına rağmen DNA'nın alfabesinde sadece dört harf bulunmaktadır. A (adenin), T (timin), G (guanin) ve C (sitozin). Her bir gen. bu dört harfin (A, T, G, C) farklı bileşikler halinde yan yana dizilmesi ile oluşturulmuş, binlerce harften oluşan bir kelime gibidir aslında. Dilimizde her kelimenin bir anlamı olduğu gibi, her bir genin de ortaya koyduğu bir işlev (anlam) vardır. Her bir kelimenin bir anlamı vardır ve tek bir harfinin değiştirilmesi bile o kelimenin "anlarını" değiştirir. m harfi yerine hatayla r harfinin konması bütün cümlenin anlamını degistirmiş ve çok farklı bir anlam ortaya çıkmıştır. Eğer bu hata sonucu "r" degil de örneğin "s" harfini yazmış olsaydık ortaya çıkan cümlenin hiçbir anlamı olmayacaktı. Aynı şekilde DNA'daki dört harfin değişik bileşimlerde yan yana gelmesi ile ortaya çıkan ve harf sayısı birkaç binden birkaç yüz bine kadar çıkabilen kelimelere gen" adını veriyoruz. "Anlamı" ve anları" kelimeleri nasıl iki farklı anlam taşıyorlarsa A, T, G ve C bazlarının değişik kombinasyonlarla yan yana gelmesi ile de değisik genler ortaya çıkmıştır. Genetik yapımızda bu şekilde yaklaşık 25-30 bin kelimenin (genin) bulunduğunu biliyoruz.
Reklam
Genetik veriler klasik ırk tanımını (aynı morfolojiyi, deri rengini, dili, dini, kültürü, etnik yapıyı ve coğrafyayı paylaşan insan grubu) desteklememektedir. Irk, bilimsel bir gerçek olmaktan ziyade sosyal bir rahatsızlıktır. Toplumlar arasında uzun çağlar boyunca oluşmuş kültürel farklılıklar inkâr edilemez. Bununla birlikte, biyolojik açıdan anlamsız olan ırk ve etnik farklılık kavramı, ne yazık ki günümüzde bile insanların birbirlerini ortadan kaldırmalarına gerekçe olarak kullanılabilmektedir.
Örneğin eğer yaşlanmaya neden olan epigenetik değişiklikleri belirler ve önleyebilirsek en azından yaşlanmanın hızını azaltabilir veya gençliğin süresini uzatabiliriz. Bunu gerçekleştirmek, hücrelerimizi yeniden programlayabilmek demektir. Eğer bunu başarabilirsek kendi vücut hücrelerimizden herhangi birini yeniden programlayıp kök hücre haline getirebilir, daha sonra da hastalık veya yaşlılık nedeniyle zarar görmüş veya yaşlanmış dokularımızın hücrelerine dönüştürüp söz konusu dokuların tamirinde kullanabiliriz. Böyle bir noktaya ulaşmanın uzun yıllar alacağı düşünülmüştü. Fakat Japon araştırmacı Shinya Yamanaka'nın 2007 yılında gerçekleştirdiği olağanüstü bir çalışma, hücrenin programının değiştirilebileceğini kanıtladı. Yamanaka, yetişkin deri hücresine sadece dört gen aktararak bu hücreyi kök hücreye dönüştürmeyi başardı. Aktardığı genler "ana transkripsiyon faktörleri" adını verdiğimiz, çok sayıda genin çalışmasını kontrol eden genlerdi.
Kemik iliği kanda oksijen taşıyan kırmızı kan hücrelerinin ve hastalıklarla mücadele eden, bağışıklık sistemimizin parçası olan beyaz kan hücrelerinin üretildiği bir yerdir. Ilk kemik iliği nakli 1968 yılında gerçekleştirildi ve o tarihten beri başarı ile uygulanarak sayısız hastanın hayatı kurtarıldı. Kemik iliği naklini normal kan naklinden ayıran özellik, içerdiği hücrelerden kaynaklanmaktadır. Normal kan nakli ile vücuda aktarılan hücrelerin ömrü sınırlıdır ve bu hücreler belli bir süre sonra ölür. Kemik iliği ise "kan kök hücreleri" adını verdiğimiz bir grup hücreye ev sahipliği yapar. Bu kök hücreler bir yandan bölünerek kendi sa- yılarını artırırken, diğer yandan kırmızı ve beyaz kan hücrelerine dönüşür. Böylece kemik iliğinden alınan kök hücreler, kan hücreleri için uzun süreli bir kaynak teşkil eder.
Bir taraftan da günümüzde hücresel seviyedeki altı milyar DNA bazına üç milyar baz daha ilave etmek için kolları sıvayan bilim, "nöromatematik'in ipiyle "gen kuyumuz"a inmeye çalışmaktadır! Bu kuyuya inince, çıkıp çıkamayacağını kestiriyorum da, korkumdan dillendirip ifşa edemiyorum. Zira ortaya çIkacak felaketin boyutunu tahmin etmek bile ürkütücü!
Bir DNA'yı taşıyordur belki de şiir. İnsanın her devirde var olan temel sorunlarını. Sorunun çözülmediği, aşılmadığı zamanlarda böyle güçlü olmaya da devam edecek. İletişim çağı, içerik filan dedik ya, işte onların hepsinin nasıl anlık ve yüzeysel, nasıl boş olduğunu anlatıyor bize bu. Oysa şiir unutmaz, taşır durur hep.
BİRHAN KESKİNKitabı okuyor
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.