“Burada öğrettiklerine göre varoluşun çoğu ıstırap çekmek. Istırap da arzulardan geliyor. Demek ki eğer arzuları ortadan kaldırabilirsek, o zaman ıstırabı da kaldırmış oluruz. Bu tabii doğru bir bakıma. Dünyada çok ıstırap, çok sefalet var, tamam; ama bir yığın da zevk var. Eğer bir insan ıstıraptan kurtulmak uğruna tüm zevkleri de en baştan reddediyorsa, ne kazanır? İçinde ne ıstırap ne de zevk olmayan bir hayat boş bir hayattır. Nötr bir hayattır. Aslında lamaların amacı da yoklugun hiçliği zaten. İsteyerek hiçliği aramak ise yenilgiden bile beter. Kudra, bu teslim olmak demek. Korkakça teslim olmak. Bu zavallı yavru bebecikler, acı çekmekten öylesine korkuyorlar ki, hayatın en tatlı zevklerini feda edip canlarının yanmasından o sayede yakayı sıyırıyorlar. Bu tür bir zayıflığa insan nasıl saygı duyar? Bilerek yavanı, sıradanı, güvenliyi kucaklayan, bunu sırf hayal kırıklığının getireceği acıdan kurtulmak için yapan bir insanı, nasıl bağrına basabilirsin?”
Sayfa 128 - Ayrıntı YayınlarıKitabı okudu
Allahü teâlâ hepimize, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği doğru bilgileri öğrenmek ve bunlara inanmak ve sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın bildirdiği emrlere ve yasaklara uyarak, iyi bir insan olmak nasîb eylesin!
Reklam
Aşık olmak, derdik; ona gönlüm düştü. Düşen kadınlardık biz. Buna inanırdık, aşağı doğru olan bu harekete: öylesine sevecen, uçmak gibi, ama aynı zamanda öylesine ürkünç, öy­lesine sıradışı, öylesine beklenmedik. Tanrı aşktır, derlerdi bir zamanlar, ama biz bunu tersine çevirmiştik ve aşk, cen­net gibi, hemen elimizin altındaydı. Yanı başımızdaki o özel erkeği sevmek ne denli güçse, o denli çok inanırdık aşka, so­yut ve bütüncül. Bekliyorduk her zaman, cisimleşmesini. Bu sözcüğün ete kana bürünmesini.
Ufak zorluklara rağmen o ilk haftalarda her şey nasıl da tıkırında gidiyordu! Gerçekten, nasıl da uğursuz denebilecek kadar tıkırındaydı! Bayan Creevy, kömür fiyatlarıyla ilgili uzun uzun söylendikten sonra Kasım'ın 10'u gibi sınıfta ateş yakılmasına izin vermeye başladı. Sınıf doğru dürüst ısınınca çocukların gözle görünür biçimde zihinleri açıldı. Hatta Bayan Creevy'nin evde olmadığı kimi zamanlar ateş şöminede çatırdar, çocuklar en sevdikleri derslere dalmış, sessiz sessiz çalışırken mutlu saatler geçirdikleri bile oluyordu. En güzeli, iki üst sınıfın Macbeth okuduğu zamanlardı; kızlar sahneleri heyecandan nefessiz kalıp cırlayarak okuyor, Dorothy kelimeleri doğru telaffuz ettiklerinden emin olmak ve Bellona'nın damadının kim olduğunu, cadıların süpürgelerle nasıl uçtuğunu açıklamak için onları durduruyordu; kızlar, sanki bir dedektif hikâyesi okuyormuşçasına heyecanla Birnam ormanının nasıl Dunsinane tepelerine yürümüş olabileceğini, Macbeth'in nasıl ana karnından çıkmamış bir adam tarafından öldürülmüş olabileceğini öğrenmek istiyorlardı. İşte bunlar, öğretmenliği değerli kılan anlar - çocukların hevesinin yalazlanan bir ateş gibi sizinkiyle eşleştiği ve beklenmedik zekâ pırıltılarının bütün angarya işleri unutturduğu anlar. Eğer elinizde sınırsız yetki varsa dünyadaki en büyüleyici işlerden biridir öğretmenlik. Lakin Dorothy henüz bu "eğer"in dünyadaki en büyük "eğer"lerden biri olduğundan habersizdi.
Sayfa 251 - Can YayınlarıKitabı okudu
Biz gitmemiz gereken en iyi yeri, gitmek istiyorum diye düşündüğümüz güzel yeri, kendimizi geliştireceğimiz yeri de az çok biliyoruz. İyi bir hayat yaşamak istiyoruz, doğru umut ve arzularımız da var. Güvenebileceğimiz sağlam bir inanca sahip olmak için sabırsızlanıyoruz. Ama bir kızın tüm bunları yaşamında gerçekleştirebilmesi için ne kadar çaba harcaması gerekir acaba? Babamızın, annemizin, ablamız ve abimizin de fikirleri var. (Eski kafalılar diye yaftalayabilirim onları ama hayatta bizden tecrübelileri, yaşlıları ve evlileri asla küçümsemem. Benden bin kat daha çok şey biliyorlardır.) Yani, ailemizin üyeleri hayatımızın her suretinin bir parçası. Tanıdıklarımız da var. Ve arkadaşlarımız. Sonra bizi her zaman büyük bir güçle çekip sürükleyen "dünya" var. Tüm bunları düşününce, kendi karakterimize sadık kalmak kolay değil. Göze batmadan, pek çok insanın yürüdüğü yoldan sessizce gitmek en akıllı yol.
Gerçek anlamda sevgi, diğer insanları da kendimiz kadar sevebilmeyi içerir, kendimizden çok ya da kendi yerimize değil. Bir başka deyişle, sevgi, diğer insanların seçimlerini kendi seçimlerimiz gibi sevebildiğimizde gerçekleşir. Ama sevgi tek bir yaşantı değil süreçtir. İnsanın kendisini savunmasızca ortaya koyabilmiş olmasının acılarını ve zaferini içeren bir süreç. Mutluluk o anda yaşanılan her şeyi hissedebilmektir. Dünyamızla karşılıklı etkileşimlerimizde keder de yaşanır sevinç de. Mutsuzluk, yaşama katılacak yürekliliği gösterecek yerde, insanın kendi içinde ürettiği ve gerçek dünyayla ilgisi olmayan duygularla yoğrularak kendini yaşamaktan kaçınma sonucu yaşanan bir olgudur. Mutsuz insan, kederine karamsarlık, sevincine kaygı katar, gerçeğini doyasıya yaşayamaz. Çünkü kendine karşıdır. Oysa yaşamak ve sevmek birbirinden ayrı olgular değil, bir bütündür. Kendimizi yaşayabildiğimiz ve beraberliklerimize bir şeyler katabildiğimiz her yerde sevgi vardır. Ama bu, içinde bulunduğumuz kısırdöngülerden özgürleşip, her yaşantı parçasının bizi çevreye yönelik yeni bir etkileşime doğru harekete geçirmesiyle gerçekleştirilir. Bir başka deyişle, sürekli yaşantı üretebilmeyi içerir. Dünyamızla beraberliğimizde bu sürekliliği ya da ileri doğru hareket eden süreci gerçekleştirebilmek, kendini yaşamakla eşanlam taşır.
Reklam
Beraberliklerde yaşanan sessizlikler bazı insanların tedirgin olmasına neden olur. Kimi insan içsel yaşantısını algılama alışkanlığında olmadığından zihninde bir boşluk oluşur ve bu boşluk kendi istemi dışında üşüşen düşüncelerle doldurulur. Kimi ise öylesine paniğe kapılır ki, konuşmuş olmak için konuşarak sessizliğe son verir. Tedirginliğinden kurtulur, ama ortaya çıkabilecek otantik bir süreci de "öldürmüş" olur. Bu tür insanlar için sessizlik ya da herhangi bir ucu açık süreç belirsizlik olarak yaşanır. Geleceği güvenceye almak isterken ileriye doğru taşınabilecek süreçleri kapatır, yaşamın özünü yok ederler. Oysa tedirgin olmadan yaşanan sessizlik insanın kendisini algılayabilmesi için gereklidir. Bu sessizlik içinde hem birlikte hem özgür olmak daha zengin bir yaşantıyı hazırlar. Bu, insanın geçmişte doğayla olan beraberliğini anımsatır. Bu tür bir sessizlik, tedirginliğe son vermek için değil, otantik bir tepkinin doğuşuyla sona erer ve beraberlik başka bir süreç olarak yeniden başlar.
Yalnız ve mutsuzsak bilinmeyene doğru hareket etmekle yitirecek neyimiz olabilir? Üstelik çevremizdeki olanakların sayısı aslında hiç de az değil. Ne var ki bunlar her zaman orada değiller. Onları "şimdi" değerlendiremezsek fırsatımızı kaçırmış oluruz. Çünkü insan bir zaman tüketicisidir. Zaman insanı sınırlar. Ama çoğu insan şimdi yapamadığını ileride yapacağı sanısındadır, önündeki zamanı sınırsızmışçasına harcar. Aslında, insanın en önemli yanılgısı da budur.
İnsan bağımsızlığa doğru attığı her adımı ürkütücü bir tehdit olarak yaşar. Öbür insanlardan farklı davrandığı oranda reddedilme ya da sevgiyi yitirme olasılığı artar. Kendisine yön vermede yenilgiyle karşılaşma olasılığı sürekli bir korku yaşamasına neden olur. Bu, insanın kendi yaşamını sürdürmekten korkmasıdır ve çevreye karşı yaşanan bir suçluluğu da içerir. Çünkü bağımsızlık çabası, o insanın bağlı olduğu insanlara karşıt davranışlarda bulunmasını da gerektirir.
…kültür “doğru”nun referansı olarak alınacaksa, ahlâk iflâs ederdi. Ederse etsin diyemiyordum. Farkettiğim kadarıyla, ahlâkı dışarıda bırakmak, insanî olan her şeyi açıklamasız bırakmak demekti. Ahlâksız olmak insanî olanın içine dâhil edilse bile böyle bir katılımı ancak mantıklı kalarak başarabilirdik. Ahlâksız olanı insanî olan içine katan mantık, bir başka ahlâkı (diyelim ki sosyal ve fizikî zaruret fikrini) esas kabul etmek zorundaydı. Hangi ahlâk? Bu soruyu “yaratılışı, varlığı mümkün kılan ahlâk” diye cevaplandırabildim. Yeniden doğmayı, dirilmeyi mümkün kılan ahlâk, ancak yaratılmayı mümkün kılan ahlâk olabilirdi. Varlığımı borçlu olduğum, doğru mu eğri mi davrandığımı karara bağlayan olabilirdi ancak. Böylece öteden beri sahip olduğum ve beni kendimi kandırmaktan alıkoyan deus otiosus inancı, içimde İslâm itikadının Allah, Kaadir-i Mutlak inancına inkılâb etti. Ateş’ten uzak kalmayı, Bahçe’ye girmeyi isteyen biri olma güvenine ( ve belki de safiyetine ) sahip oldum. Elhamdülillah.
1,000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.