Mezhep savaşları da moda gibiydi. Yirmi yılda bir kendini tekrar ederdi. En azından Ortadoğu’da. Batıda insanlar kendilerine yakışanı giymeyi çoktan öğrenmiş olduğundan, artık sadece fosil yakıtlar gibi asil renkler için kan döküyorlardı. Ancak Avrupa Parlamentosu ve Beyaz Saray’daki halılardan kan lekesi çıkarmak özellikle zordu, bu yüzden de
Tüm istençlerimizin nihai yaratıcısı,bu muazzam makineyi ilk harekete geçirmiş olan ve tüm varlıkları sonrasındaki her olayın kaçınılmaz bir zorunlulukla doğduğu bu tikel konuma yerleştiren dünyanın Yaratıcısıdır.Dolayısıyla insan eylemleri böyle iyi bir nedenden kaynaklandığı için bunların nihai nedeni ve yaratıcısı olduğu kabul edildiğinden Yaratıcımız da suç ortağı demektir .
Reklam
''Bilge kişi ne doğruyu şansın merhametine bırakacak, ne de doğrunun çoğunluğun gücüyle geçerli hale gelmesine istek duyacaktır. Kitle eyleminde çok az erdem olur.''
" Aslında pek korkmuyorsun. Sen güçsüzsün. Geleneksel ahlak anlayışın senden güçlü. Tanıdığın ve hakkında bir şeyler okuduğun insanlar arasında inanılan görüşlerin tutsağısın sen. Onların doğrusu, kekelemeye başladığın andan beri kafanın içinde davul çalıyor ve o doğru, kendi felsefenin ve sana öğrettiklerimin aksine, silahsız, direnmeyen bir adamı öldürmene izin vermeyecek."
("düşünmek", Doğrucu Davut rolünü oynamak demektir).
Sayfa 17
Davul bile dengi dengine demek istemiş:)
Görüştüğü kimseleri, doğduğu kastın, kendi toplumsal sınıfının dışından seçen bir kişi, büyük halamın nazarında, korkunç bir düşüşe uğrardı. Bu gibi şahıslar, ileri görüşlü ailelerin, mevki sahibi kişilerle, evlatları için şerefli bir biçimde sürdürüp istifledikleri bütün değerli ilişkilerin meyvelerinden bir anda vazgeçiyorlarmış gibi gelirdi ona.
Reklam
Gerçeküstücülük ve Breton'un bağlılığa ilişkin kararlı uzlaşmazlığı geçmişte kalmıştı. Doğrusu, etrafa acı bir hava hâkimdi. Tristan Tzara şöyle soruyordu: "Gerçeküstücülük bugün nedir ve bu savaşta olmadığını, kalplerimizde olmadığını ve işgal sırasındaki etkinliklerimizde olmadığını bildiğimizde, kendisini tarihsel olarak nasıl haklı çıkarır?"
Sayfa 196Kitabı okudu
“Sonra David Bowie'den Space Oddity'yi dinledim, basit örüntülü zaman ölçüsüyle epey hoştu doğrusu. Air'ın Moon Safari'si de öyle, gerçi Ay üzerine pek bir şey söylemiyordu. Sonra John Coltrane'den A Love Supreme'i ve Thelonious Monk'tan Blue Monk'u çaldım. Bu cazdı. Çok geçmeden öğreneceğim üzere, insanları insan yapan karmaşa ve çelişkilerle doluydu.
Şimdi bir peygamber gelse de bir ayet okusa bin tane de din­lemek, bir doğruyu söylese "Öyle değil aslı budur," diyenle­ri işitmek, bir şifalı içecek sunsa birden içine birisinin zen­cefil de ilave edip "Böylesi daha faydalı," dediğini dünya gö­züyle görmek, duymak zorunda. Peygamberliğin bittiği yer­de ne başlar? Hiçbir şeyin yetmediği insana kitap yeter mi? Şimdi gelse bir peygamber, o daha ağzını açarken birisi tü­kürük elde etek belde devrin en hikmetli ve güven dolu sö­zünü söyleyiverir, bu günün soru soran insanının sorusunu, şu hikmetli sorusunu sorar: "Ne diyorsun sen, kime göre, neye göre?" Ya, peygamberliğin de zamanı var, öyle firavu­nun yılana çevirdiği asa ile cebelleşirsin de bütün bir geçmi­şin ve kainatın, Harun'un diline, Davud'un sesine, Eyüp'ün kabuklarına, Yakup'un gözyaşlarının içine baka baka "Kime göre?" diyen devir canlısına ne diyebilirsin?
Nefret ve pişmanlık pek rahatlatıcı bir ikili değildi doğrusu.
Sayfa 76 - BİRİNCİ KİTAP - SEKİZİNCİ BÖLÜM - Artemis Yayınları - 1. Basım - Kasım 2016, İstanbulKitabı okuyor
935 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.