Ben! diye bağırdım bütün gücümle. Sonra adımı tekrarladım birkaç kere. Ben, burada gizli bir mezhebin kurbanı olarak bir saksı çiçeği gibi kuruyup gidiyorum. Ben, çiçeklere bakmasını bilmediğim gibi, kendime bakmasını da bilmiyorum. Ben, yalnızlığı istemekle suçlanıp yalnızlığa mahkûm edildim. Bu karara bütün gücümle muhalefet ediyorum. Ben
"Ben ona yardım etmiyorum ki. O benim arkadaşım(Yılmaz Güney), meslektaşım, birlikte güzel bir şeyler yapmaya çalışıyoruz." Müdür, "Bak Tarık, bize yalan söyleme... Seni ezerim!" dedi.
İşte bu "ezeriz" sözü bana dokundu. İçime oturdu. Sinek miydim ben? Soruyu yanıtlamadım. Zaten soru neydi onu bile unutmuştum. T. yineledi: "Seni ezeriz Tarık!"
Piyanonun yanına gidip tuşlara bir iki kere dokundu. Tam o anda bir teli koptu piyanonun, uzun uzun vınladı... Piyanoyu göstererek, duygulu: Duyuyor musun Netoçka? dedi, duyuyor musun? Çok germişler bu teli. Dayanamadı, öldü.
Ne güzel bir kitap okudum …
Ne derin acılara şahit oldum … ve ne güzel tespitler bıraktım arkamda .
Bir insanın kendine ne kadar acımasız olabildiğiyle yüzleştim bir kere daha .
Nermin Yıldırım girdi hayatıma ve dokundu yüreğimde bir yerlere .
Kitap hakkında bir sürü şey yazacakken hiçbir şey yazamıyorum . Çünkü sonu öyle sürpriz bitti ki . Düşüncelerim üzerine ne yazsam spoiler içerecek diye susuyorum .
Zira bir çoğunuzun yolu bir gün bu kitaba çıksın çok isterim .
Bu kitapla iki kadın tanıdım . Birine çok yakın birine çok uzak hissettim kendimi . Sonra çok yakın hissettiğimin de uzak hissettiğimden bir parça olduğunu farkedince afalladım .
Aslında içimde taşıdığım Esra’lara baktım o zaman . Benim içimde benden uzak kalanlara . Benim yakın olmayı seçtiklerime …
Şu an yazdıklarım karmaşık gelir belki ama daha fazlasını söylemek kitabın büyüsünü kaçırır diye susuyorum
Her sayfasında başka bir duyguya savruldum .
Bana çok iyi geldi Saklı Bahçeler Haritası .
Teşekkürler Nermin Yıldırım ️
"İnsan bir kez kendini buldu mu bu dünyada kaybedecek hiçbir şeyi yok demektir. Ve insan bir kez olsun içindeki insana dokundu mu tüm insanlara dokunabileceğini tüm kalbiyle biliyor demektir."
Farkında olmadan kalabalığın içinde sürüklenen subayın, yine kalabalığın içerisinde kendini bulmasını anlatan bu eseri özetliyor aslında yukarıdaki alıntı. Kitap bir solukta bitiyor olsa bile içerisinde derin anlamlar barındıran birçok cümle yer alıyor. Zweig'ın kendi yazdığı cümleler olmamasına rağmen bir Zweig eseri gibi...
Sabah şairin üstüne saldırıyor
yaşamaktan bir güneşle kaplanıyor onun kalbi
onun kalbi topraktan sıyrılıyor
aşk dahi sıyrılıyor topraktan
gözlerini tanıyorsunuz: çaylak sürüleri
beyni: aç kuşlardan bir ambar.
Bir kıyısına ilişmiyor dünyanın
Allah'ın ve devletin dibinde insanlar
onu barutla karıştırıyor
ve zerdali çiçekleriyle.
Ahali kapısını
Denemeleri oldum olası sevmişimdir, alabildiğine düşünmeye sevk ediyor. Bu tür, Livaneli ile birleşince muazzam bir tat yaratmış. Bütün Livaneli serisini bitirmek için çok iyi bir başlangıç yaptığımı düşünüyorum.
Eserde yazarımız şunu belirtmiş; her eline kalemi alan yazar olmaya yelteniyor hatta olduğunu sanıyor. Unutmamak gerekir ki tek bir kelime, cümle ile eserini tamamlamak için uzun müddet bekleyen yazarlarımız, eser yazmak yıllarını alan güçlü kalemlerimiz mevcut sanat camiasında. Görüyoruz ki bu büyükler, sadece ülke içinde değil, koca dünya edebiyatında yankı uyandırmakta. Peki bir ülkeyi bu sanat görüşüyle tüm dünyaya duyurmak normal midir? Zannedilir ki, sadece yazar olmak isteyenlerin okuması gereken bir eser... Hayır.
Ülkenin sanat olarak, edebiyat olarak bilhassa kültür olarak da geldiği son noktaya haklı bir şekilde değinmiştir. Edebiyat aslında ruhun derinliklerine dokunmakla birlikte, yaşanan somut hallerin de bizlere eserle anlatılmasıdır demek istiyor yazar. Günlük hayattan çok şey bulabiliriz eserde, ben buldum.
Ve en üzücü nokta da şudur ki, kelimeler gitgide korkunç şekilde tükeniyor, tüketiyoruz. Bunu diğer dilleri biliyor'muş' gibi günlük hayatta konuşmaya borçluyuz! Ne olur 1000K, bari bizler yapmayalım. Türkçeye bye bye demeyelim!!!
Şu bildiğimizi sandığımız kelimelerden soyutlanalım, entelektüel kuşanmamızdan soyunalım.
Bu eser bana dokundu, sizlere de dokunmak için bekliyor. :)
Okuyacaklara, şimdiden keyifliii okumalar...
"Hoşlanmıyorlar hiçbir şeyimden. Onların istediği gibi olmalıymışım!... Kendimi bildim bildim bileli bu böyle sürüp gider. Alıştım artık. Her şeye alışırım ben. Çünkü sessizim, uysalım, küçük bir insanım. Ama ne isterler benden, anlamadım gitti! Kime ne kötülüğüm dokundu! Birisinin rütbesini mi aldım elinden? Büyüklere birisini mi gammazladım? Terfi mi istedim? Dolap mı çevirdim? Sakın ola ki böyle bir şey düşünesiniz anacığım! Ben kim, bunları yapmak kim? Siz karar verin meleğim, başkasının kuyusunu kazacak, namussuzluk edecek yetenek var mıdır bende?"
"Mükemmel bir kitaptı." diyerek incelemeye başlamam gerekiyor sanırım bunu okurken hissettirdiği duygulara ve karmaşıklığa borçluyum.
Yazım tarzı bakımından eşsiz bir kitap olduğu şüphesiz. Postmodernizmin ne olduğu, edebiyattaki yeri bence bu kitapta çok net bir şekilde bizlere anlatılıyor.
Başlarda gerçekten çok sıkıldım ama bırakmak düşüncesi hiçbir zaman aklımdan geçmedi çünkü bir şey olacak ve ben bu kitaba tutunacağım düşüncesi hakimdi. Ve nitekim öyle oldu kitaba tutundum. Şunu da söylemeliyim ki anlamayıp tekrar tekrar okuduğum birçok yeri oldu. Ama bunun yanında öyle bir kurguyla karşılaştım ki gerçekten daha önce hiç Oğuz Atay okumamış biri olarak hayran kaldım diyebilirim.
Bence bu kitabın hayatınızda doğru zamanda okunması gerektiği gibi bir algı oluştu bende çünkü o zaman değeri ve kıymeti anlaşılıyor. Ve kendimi bu konuda çok şanslı hissediyorum. Bir şeylere tutunmaya zorlandığım bir anda okudum. O açıdan bendeki yeri hep farklı olacak.
Karakterlere gelirsek hepsi ayrı ayrı kalbime dokundu. Turgut, Günseli ama en çok Selim...
Alıntılarıyla, karmaşıklığıyla, kurgusuyla çok özel bir kitap...
Son olarak bu kitap mutluluğun kitabı değil hüznün kitabı diyerek incelemeyi bitiriyorum.